“Mesel” Meselesi

YAKIN DÖNEMDE insanı kişisel gelişimini (!) sağlamaya yönelik 10 kadar öykü kitabı okudum. Bu sitedeki bir önceki yazımız (“Öykü”lerden Karun Servetine, “Kişisel Gelişim”den Nefsin Firavuniyetine) bu dalgadan doğdu. O yazımızda akledenlerle akıntıya kapılanlar arasındaki farklardan hareketle, son zamanlarda İslami camia içinde de dal budak vermeye başlayan “öykü” cinnetine ve “kişisel gelişim kitapları” furyasına değinmiştim.

Said Nursi'nin felsefe ile ilgili ifadelerinden, felsefeyi tamamen reddetmediğini, reddettiği felsefenin dine karşı olan felsefe olduğunu, buna mukabil din ile barışık felsefe ile sorunu olmadığını anlıyoruz. Bu cümleden olarak “öykü” ve “kişisel gelişim” kavramlarının mutlak olmadığını, bu tür vasıtaları müspet yönde kullanan insanların da olduğunu hatırlatmaya gerek duymuyorum. Muhatabımızın insanlara mesel anlatmak yerine hikayeler, öyküler, masallar anlatanlarla, beşeri kemale erdirmek (!) için kemal derecesinde bir insaniyete ve ubudiyete sahip peygamber kıssaları ve evliya menkıbeleri anlatmak yerine, kişisel gelişim seminerleri, NPL kursları düzenleyen, bunun için kitaplar, dergiler yayınlayanlar olduğunu belirtmekte fayda var.

Bu yazıda asıl değinmek istediğim husus öykü, hikaye, masal, menkıbe, mesel ve bunlarla ilgili kitaplar. Bu konuya paralel bir serencam izleyen “kişisel gelişim” kavramına da sırası geldikçe karşılaştırma babından değineceğim.

Son yıllarda yayımlanan bu tür kitaplar konusunda gerektiği kadar seçici davranmadığımızı gösteren bir çok örnek var. Bunları birazcık teyakkuzda olan bir yürek ve fikir her halükarda fark edecektir. Acizane tespit ettiğim birkaç hususa değineyim.

Bu tür kitaplarda yayımlanan öykülerin bir çoğu İnternet ortamı gibi henüz adı konulmamış bir ilişkinin ve iletişimin yaşandığı alandan ediniliyor. Bazılarının altlarında imza da yok. Safdil okuyucu herhangi ciddi bir muhakeme ve muhasebeye girmeden bir fotoğraf halinde öyküyü zihnine kaydediyor. Bir çoğumuz güvendiğimiz bir yazarın yazısını okurken, sözünü dinlerken fazla bir teyakkuz ve tecessüse ihtiyaç duymayız. Zira muhatabımız bellidir ve herhangi bir sorunda yazarından tabir yerinde ise hesap sorarız. Ama burada isimsiz öyküler nedeniyle bunu yapamıyoruz. Bu öyküyü/öykücüğü yazan kişi hakkında herhangi bir bilgiye sahip olamadığımızdan hangi gerekçeleri yedeğine alarak bunu yazdığını anlayamıyoruz. Bu da bizi mümine yakışmayacak davranışlara sevk edebiliyor.

İkinci husus da insanların zihninde tevhitle zaman zaman çelişen bir Allah algılayışının oluşması veya oluşturulmaya çalışılması. İman etmek tabir yerinde ise “uzmanlık” gerektirir. Ancak bilen ve bildiğini idrak edebilen birisi hakiki anlamda iman edebilir. İman etmek bu anlamda bir birikim işidir. Zira iman bir anda olan bir şey değildir. O ana kadar ki arayışın, çabanın ve güzel davranışın neticesidir. Bu öykülerde nispeten zayıf ve yine izafi olarak kusurlu olan bir imandan zuhur eden Allah inancı var. Burada Allah insanın istek, arzu ve beklentilerine mahkummuş gibi bir imaj ortaya çıkıyor. Deyim yerinde ise Allah öyküyü yazan tarafından tekrar dizayn ediliyor. “Alemlerin Rabbi”nden “Benim Rabbim” olan Allah’a dönülüyor. Kulların Rableriyle olan münasebetinde belirleyici olan korku ve ümit dengesi korkunun aleyhine, ümidin lehine dönüyor.

Anlayabildiğim kadarıyla bu öykülerin bir çoğu İsevi (Hıristiyan) bir bakış açısının tezahürlerini gösteriyor. Bilindiği gibi Hırıstiyanlıkta Cemal ismi, Musevilikte Celal ismi daha fazla ağır basar. İslam’da ise Cemal-Celal dengesi vardır. Hıristiyanlık Hıristiyanlar tarafından ısrarla “sevgi dini” olarak gösterilmeye çalışılır. Buradan Müslümanlıların barbarlığına (!) gizliden gizliye gönderme yapılır. Bu açıdan dil ve düşünce itibariyle daha çok İsevi anlayışıyla sunulan bu öyküler beni kaygılandırıyor. Bu safdil müminleri de sevgi, aşk gibi gerçekte nispeten nefse ait şeylere yöneltiyor. Tatlı su müminliğine özendiriyor. Buradan biz müminlere İseviler tarafından duygu ihracatı yapılıyormuş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Yani bizler İsevi bir ruhaniyatı temsil eden duygusallığı ithal ediyoruz. İsevilerin kavramlarıyla kendimizi açıklar hale geliyoruz. Mesela 11 eylül terör olayları olarak aklımızda bırakılan bir vaka var. Aşk öyküleri yayımlayan bir kalem erbabı bir yazarımızın kitabında rastlamıştım 11 eylül duasına da; ne kadar üzülmüştüm. Oysa Müslümanların sorunu, işgal edilen topraklarıdır. Müslümanlara açılan savaşları düşündüğümüz de herhalde Müslümanların terörü konuşmaya dahi fırsatı olamayacaktır.

İsevi merkezli bir dilin egemen olduğu bu öykülerde dikkatimi çeken bir diğer husus da fikir ithalatı yaptığımızı çağrıştıran durumların olması. Bu bana İlk İslam Devletlerinin batıdan yaptıkları tercümelerle İslam düşüncesinin zedelenmesini ve benzer bir durum olan İsrailiyatın İslam içine girmesini hatırlatıyor.

Belki abartılı bir yaklaşım olarak görebilirsiniz. Ama buraya kadar değindiğim hususları yedeğimize alarak düşündüğümüzde malum öykü kitapları İseviliği (kişisel gelişim kitapları da Museviliği) hatırlatıyor gibi geliyor bana. Öyküler içinde İsevileşme (kişisel gelişim kitapları da Yahudileşme) temayülü taşıyor sanki. Bazı Müslüman ailelerin farkında olarak-olmayarak çocuklarına dini terbiye verirken Hıristiyan geleneklerinden etkilendiğini görüyoruz. Mesel (misal): Okuduğum doğruysa eğer, işte bu Müslüman aileler Hz. Muhammed sevgisini(!) çocuklarına vermek için -Hıristiyan ailelere öykünerek - yemek masasına bir tabak fazla koyuyorlarmış. Güya yemekte Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz (sav) varmış gibi bir imaj oluşturmaya çalışıyorlarmış. Malumunuz, İsevi aileler çocuklarına İsa (As) sevgisini vermek için, yemek masasına bir tabak da İsa peygamber için koyarlar. Burada sorunun boyutlarının bu kadar olmayacağını tahmin etmek zor değil. Yine de teyakkuzda olmakta fayda var.

Bu kitaplarda malumat hikmeti perdeliyor. Nakletmekten akletmeye fırsat vermiyor. Öyküler “Öykünmek” teriminde de olduğu gibi biraz taklidi, özentiyi anlatıyor. Malumatfuruşluk ve faziletfuruşluk nevinden gıpta damarı tahrik ediyor.

Bu kitaplar genelde öyküleri ve meselleri kendine “mesele” yapanlar tarafından yayınlanıyor. “Kaynak (!)”larını geliştirmek için mesellerle ve öykülerle “mesele”ler icat ediliyor. Yani araçlar amaç haline, amaçlar araç haline dönüşüyor. Satışlarını artırmak için gazete, TV gibi yayın organlarında insaf ve idrak sahibi insanların ruhlarında ümitsizlik ve kırgınlık oluşturan bir dizi yapmacıklığın içine giriyorlar ki; bununla bu tür yayımları en çok takdir edebilecek birikime sahip olan insanları kitaplardan ve piyasadan küstürüyorlar. İktisatta Gresheam kanunu isimli bir kural vardır. Bu teze göre “kötü para iyi parayı piyasadan kovar.”. Şu sözüm ona öykü kitapları bana bu kanunu hatırlatıyor. Kötü kitap, iyi kitabı piyasadan kovar. Şimdi yapılması gereken şey galiba meselelerimize kaynak teşkil edecek “mesel”ler ve öyküler ortaya koymak.

“Öykü”lerin mevcut durumu ile ilgili olumsuzluğu çağrıştıran tespit ve tenkitleri çoğaltmak mümkün.

Son zamanlarda okuduğum bu öykü kitaplarından sonra kendi kendime soruyorum: “Niçin insanlar bu alanda yazılmış kitapları okumak istiyor?”. Gerçeği söylemek gerekirse bu günlerde insanların öykülerin verebileceği feyze çok fazla ihtiyacı var. Zira kafalar öyle karışmış, zihinler öyle dağılmış ki insanlar olayları çözmekte, hayatı yorumlamakta zorlanıyor. Bu bir dert. Ve bunun her halükarda çaresine bakmak gerekiyor. Ama maalesef bir takım kötü niyetli veya safdil yazar-çizer takımının yaptığı gibi insanların bu dertlerinin çaresine bakmamak (!) gerekiyor. Böyle bir derdin, böyle bir çaresi olmaz. Galiba sorunun cevabını buldum. İnsanlar hadiseleri çözüp vuzuha kavuşturan hadis ve her türlü insani gelişimin kaynağı olan peygamber kıssalarını ve mesellerini okumadıkları için bu alanlara ilgi duyuyorlar. Cevabımın doğruluğuna delili de Cemil Meriç’te buldum. Meriç diyor ki: “İnanan bir insanın psikolojiye ihtiyacı yoktur.”. Ben bu ifadeden şunu çıkarıyorum: “İnanan bir insan sorunlarını Rabb'iyle çözer. Rabbi ile güzel bir mukabelesi ve mükalemesi varsa sorun yoktur.”. İnsanların bu gün Rableriyle sorunları var. Bunun için de bu tür kitaplara yöneliyorlar.

O halde bize düşen ne? Bize düşen öykü ile mesel ve kıssa ayrımını iyi yapabilmek ve mesele dönüşmeyecek öykülere prim vermemek. Marifetullaha götürmeyen bilgi faydasızdır deyip marifete, ibrete ve hikmete bakan tarafları olan şeyleri tercih etmek. İşte İsmail Örgen’in “Mesel-Öykü Dizisi” alt başlığı ile Karakalem yayınlarından yayımladığı üç kitabını okurken bu ayrımın çok güzel bir şekilde yapıldığını gördüm. Bu öykü ve meseller meselelerin İslami referansları ve hassasiyetleri dikkate alarak uyanık bir kalb ile seçilmiş. Kendinizi güvende hissediyorsunuz. Türünün bazı kitaplarında olduğu gibi acaba burada da tevhit akidesine aykırı, İslami duyarlılıklarla çelişen durumlar var mı kaygısını taşımıyorsunuz. Ayrıca konunun Peygamber ve sahabe hayatları ile örneklendirilmeye çalışılması da bir zenginlik olduğu gibi, “mesel”in mesele tarafının ortaya çıkarılmasına da katkı sağlıyor. Yazar lisan-ı hali ile diyor ki: “Benim bir meselem var. Bunun için mesel ve öykü anlatıyorum. Kaynak oluşturmak için mesel ve öykü üretmiyorum. Meselem olduğu için mesel ve öykü anlatıyorum.”. Yazar Peygamberlerin ümmetlerine meseleleri meseller vasıtasıyla anlattığından bahisle, meselin masala dönüşmesine, hikayenin ise anlam kaybına uğrayarak “uydurma bir şey” haline getirilmesine içerliyor.

Serinin ilk kitabı olan “evvel zaman meselleri” 182 sayfa ve altı bölümden oluşuyor. Kitap, peygamberimizin tebliğde geçmiş peygamberlerden kıssalar anlattığına vurgu yapan rivayetlerle açılıyor. Birinci bölüm “Evvel Zaman Meselleri” adını taşıyor. İkinci bölüm “Bilgelik Diyarından Meseller”. Örgen burada Musa (as)’dan İsa (as)’ya, İbrahim (as)’den Davut (as)’a bir dizi peygamberden ve ümmetten hikmetli ve ibretli kıssalar anlatıyor. Üçüncü bölüm “Korku İle Ümit Arasında” adını taşıyor. Galiba bu günlerdeki öykü kitapları furyasının en büyük sorunu da bu. Zira insanları “korku ve ümit” dengesinde tutamıyor. Hırıstiyani bir anlayıştan olacak hep ümit tarafına vurgu yapılıyor. Oysa cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil! Eflatun döneminde bu işler başka olurmuş. Eflatun “Devlet” adlı kitabından şairleri ve papazları sürmüş. Şairleri Allah’ı hafife aldıkları için, papazları da insanları Allah’ın azabıyla tehdit ettikleri için. Bu günkü öykü kitaplarını daha çok pembe dünyalı yazarlar yazıyor galiba. Örgen bu bölümde (Korku İle Ümit Arasında) insanın Rabbi ile muhatabiyetinde (şimdilerde buna “ilişki (!)”de deniliyor. Kişiler arası ilişkiler, insan-tanrı ilişkisi vb. ) korku ile ümit arasında bulunmasını tavsiye eden meseller anlatıyor. Bu bölümde yavaş yavaş peygamberimiz ve sahabileri de devreye girmeye başlıyor. Dördüncü bölüm “Ahlakın En Güzeli”. Kimileri ahlaklı olmakla, erdemli olmayı aynı şey sanırlar. Bana öyle geliyor ki ahlak Müslüman’a, erdem Hıristiyan’a yakışıyor. Ahlak Rabbin rızasını, erdem ise daha çok kulların rızasını tahsile yönelikmiş gibi geliyor bana. O halde “Erdem Öyküleri” isimli kitaplar yayımlayanların kulakları çınlasın. -“Ahlak dinin yarısıdır.” şeklinde bir hadis var mıydı? Yoksa ben yanlış mı hatırlıyorum.- Bölümde hiç peygamberimizden bahsedilmemiş. Hemen hepsinde İsa (as) ve Musa (as) devrinden bahsedilmiş. Ben şunu anlıyorum burada: “Müslüman günahkar olabilir, ama ahlaksız olamaz.”. Beşinci bölüm “Rahmet Ülkesinden Meseller”. Altıncı ve son bölüm: “ Ahir Zaman Meselleri”. Belki siz de öyle düşünmüşsünüzdür, bilmiyorum, ama ben olsaydım bu bölümde sadece ahir zaman peygamberinden ve onun ümmetinden meseller anlatırdım. Örgen konunun bu tarafına beklediğim kadar yer ayırmamış.

İkinci kitap “O’na dair öyküler” üst başlığı ile yayımlanmış. 149 sayfa ve yine altı bölüm. Başlıktan da anlaşılacağı gibi kitapta kul ile Rab arasındaki ubudiyet muhatabiyetini anlatan öyküler var. Bölüm başlıkları olarak “O’na Dair Düşündüren Öyküler”, “Hayatın Tozlu Yollarında”, “O Ve Biz”, “O’na Dair Sevindiren Öyküler”, “Korkuyla Ümit Arasında”, “Dualarla Gelen” başlıkları seçilen kitapta, her bölümde Rabbimizle olan muhatabiyetimizin bir yönüne vurgu yapılıyor. Konu Molla Cami’den Mevlana’ya, İmam Kureyşi’den Feridüttin-i Attar’a kadar bir dizi şark klasiği haline gelmiş gönül ehlinin kaleme aldığı mesellerle-öykülerle anlatılıyor. Ayrıca bazı yabancı yazarlara ait öykülerle, yazarı belli olmayan öyküler de kitapta yer almış. Sırası gelmişken hem birinci kitapta, hem de ikinci kitapta “Korkuyla Ümit Arasında” şeklinde bir bölümün olması pek uygun olmamış gibi geldi bana.

Dizinin üçüncü kitabı “saadet asrından yaşanmış öyküler” adını taşıyor. 160 sayfa. Beş bölümden oluşuyor. Bazı kelimeler bazı insanlarla bütünleşir. Etle tırnak gibi bir birinden ayrılmazlar. O insandan bahsetseniz hemen onda hakim olan sıfat hatıra gelir. O sıfattan bahsetseniz hemen o kişi/ler akla gelir. Mesel: Muhabbet denilince Muhammed (sav)’in, saadet denilince de sahabelerin akla gelmesi gibi. Bu kitapta Edgar Allen Poe, Bukovski, Borges’den öyküler yok. Bu kitapta öykülere, romanlara konu olacak sahabeler var. Bu öykülerde sahabelerin niçin kişisel gelişim dersi almadıklarını, niçin evlilik seminerlerine katılmadıklarını, niçin psikoloğa gitmediklerini, niçin bilmem kaç yıldızlı otellerde iftar programlarına katılmadıklarını anlıyorsunuz. Gerçeği söylemek gerekirse ilk iki kitap beni bir noktaya kadar ilgilendirmişti. Evet bunlar bilmem ve hayatıma geçirmem gereken mesel(e)lerdi. Lakin bu üçüncü kitapta anlatılan öyküler “işte benim öyküm” dedirten cinsinden. Zira “Ahlakın En Güzeli” onlarda, sahabelerdeydi. Onların “İncelikler”i “ayrıntılar” halinde sunuluyor.

Özetle söylemem gerekirse bu üç kitapta üç şey benim dikkatimi çekti:

a- Sade, anlaşılır, akıcı bir dil.

b- Konu Kur’an’dan ve Risale-i Nur’dan aşina olduğumuz bir dil ile anlatılmış. Erdem yerine ahlakın, verim yerine rahmet kullanılması örneğinde olduğu gibi.

c- Seçilen öykü ve meseller İslam akaidine ait duyarlılıkları zedelemiyor.

  06.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut