Köseoğlu’nun Nursisi

BİYOGRAFİ YAZMANIN bilimsel ve sanatsal bir çaba olmaktan çok, bilimi ve sanatı da aşan bir bilgelik ve sanatkarlık olduğunu Stefan Zweing’in Balzac, Dostoyevsky gibi dünya çapında ün yapmış yazarlar üzerine yapmış olduğu çalışmalarla öğrendik. Zweing, söz konusu yazarları anlatırken, tiyatral bir duruşla yazarların dünyasına girmiş ve buradan Yunus Emre’nin deyişiyle o yazarların etine, kemiğine bürünüp, onlar gibi görünerek okura seslenmiştir. Sonuçta biz Zweing’in dilinden söz konusu yazarları okumak yerine, o yazarları okuyormuşçasına bir dil zevki ile karşılaşmışızdır.

Nevzat Köseoğlu’nun, Ötüken Yayınları’ndan çıkan Said Nursi üzerine yaptığı çalışmasını okurken, yukarıdaki cümlelerin gerçekliği ile sık sık karşılaşıyoruz. Zira Zweing’in ilgili yazarları anlatırken gösterdiği ‘o yazar olma’ duyarlılığını, bu kitapta pek hissedemiyoruz. Oysa, Nursi, popülizmin getirisi ‘kısa vadede kendisi gibi düşünme, söyleme ve yaşama’ gibi bir tavır alışı okuyucusuna dayatmasa bile, Nursi’de uzun vadede böyle bir öneri ile karşılaşırız. Neredeyse ömrünün yarısını Nursi'yi araştırmaya vermiş Köseoğlu’nun, bu şekilde ‘o olma ve onun gibi söyleme’ refleksine sahip olamaması yazar için büyük bir handikaptır. Soljenisti kırk yılını bir Rus liderinin hayatını araştırmaya vermiş, sonunda bir dünya yazarı olabilmiştir. Bu çalışmaya başlarken, yazara da böyle bir dünya yazarlığı kadrosu kendisine açılmışken, Zweing’çe ve Soljinesti’ce bir bütünleşme gerçekleştiremediğinden bu şansını kaybettiğini, sayfalar ilerledikçe doğru daha iyi anlıyoruz.

Yazar bir düşünce ve aksiyon adamının özetini, kendine bakan yönleriyle umut veren bir heyecanla yazmış. Bu kitap için oluşturulan referansların ve kaynakların çokluğundan belli oluyor. Nursi hakkında bilinenlere çok fazla bir şey katmamış. Bir çeşit ‘Nursi derlemesi’ diyebileceğimiz bu kitapta yazar, en azından Nursi hakkında, Ötüken okurunun düşünceleri çevresinde yeni değerlendirmelerde bulunsaydı daha faydalı olabilirdi. Nursi’nin, nispeten ‘bakir alanlar’ diyebileceğimiz bir çok yönü var. Bunlardan birine yönelik bir çalışma olabilirdi.

Kitap başlıca üç bölümden oluşuyor. Nursi’nin hayatı birinci bölümde incelenmiş. İkincisinde kişiliği ve yolu üzerine değerlendirmeler var. Sonuncu bölümde ise, Nursi’nin insan ve evren üzerine düşüncelerini içeren sözlerinden alıntılar yapılmış. Kitap üzerine dikkatimizi çeken söylenilecek çok şey var, biz bazı noktaları kısa kısa değinerek geçelim.

Yazar, daha girişte tohumu topraktan ayırt ettiğini iddia ediyor. Oysa ilerleyen sayfalara baktığımızda o tohumu yetiştiren toprağa, tohumdan daha çok yer verildiğini görüyoruz. Yani Nursi’nin yaşadığı sosyal, kültürel yapıya sık sık vurgu yapılıyor. Yazarın literatüründe tohumu topraktan ayrı tutmanın başka anlamı varsa bilmiyoruz, ama buradan anlaşılan o ki, tohum topraktan hiç de ayrı değil. Bu bir çelişki, yazar bunu açıklamalıdır.

Yazar, Zweing’in cümleleriyle de belirttiğimiz gibi, ömrünün yarısını Nursi’yi araştırmaya vermişse de, ‘kendisini’ Nursi’yi araştırmaya tam verememiştir.Düşüncemizde kutsal bir parantez olan ‘Siz ilme kendinizin tamamını verin, ilim size yarısını versin.’ şeklindeki mesaj, bu kitapta ilim adına yarının altında bir verimle karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Burada çalışmanın hacim bakımından bu meseleyi tam olarak çözmeyeceğini kabul ediyoruz. Bizi bir okur olarak düşündüren, ‘transfer bir bakışın’ -bu eserde yapıldığı gibi- o problemi ne kadar çözebileceğidir. Yazar olaya dışarıdan bakmış ve nispeten olayın dışında kalmıştır.

Bir zamanlar Ali Bulaç ile Dücane Cündioğlu arasında yaşanan tefsir ve meallerdeki dil yanlışlıkları üzerine tartışma, Köseoğlu ile onun karşısına çıkacak ehliyetli kimselerce Nursi adına yapılmalıdır. Kutsal olanın mana boyutlu dil götürüsü, herhangi bir cümle ile karşılaştığımızda, o sözün kutsallığı ve kimin sözü olduğu hakkında bize bilgi sunar. Biz böyle bir cümle karşısında, kitaplarda geçmese bile, örneğin ‘bu hadis olabilir’, diye kademeli bir hüküm verebiliriz. Zira o cümlenin anlam kurgusu bizi bu şekilde düşünmeye hazırlar. Bu cümlelerdeki tespitlerle Köseoğlu’nun kitabına baktığımızda, zaman zaman Nursi’nin düşünceyi üretme diliyle çatışan bazı ifadeleri kitap boyunca ‘Nursi’den’ olarak görüyoruz. Bazı cümlelerin altında kaynak da belirtilmeyince iş hepten çıkmaza giriyor. Nursi’nin dili bu gün yürürlükteki dile göre ağırdır, bu doğrudur. Yazar muhtemelen sadeleştirmek ve öyle faydalı olmak gibi güzel bir amacı güderek bunu yapmış olsa da, bu kabullenilir bir durum değildir. Zira burada söz konusu olan dil bilgisinin aksamasından çok, düşünsel dilin aksamasıdır. Bu da okuyucu katında ‘yanlış bilgi veriliyor.’ gibi bir eleştiriye mahal vermektedir. Böyle bir durumda ister istemez, Cemil Meriç’in kendi dilini bilmenin başka bir dili de iyi bilmekten geçer, yakın anlamındaki cümleleri kalbimizin hatlarına altı çizili uyarılar olarak diziliyor.

Yazar kaynakları sayı olarak geniş tutmasına rağmen, kitap için Nursi’yi farklı cenahlardan dinlemek açısından bir eksikliğin varlığından söz edilebilir. Bu eksiklik direkt yazarımızdan kaynaklanmıyor şüphesiz. Yıllarca Nursi hakkında yazıp çizenler, hep belirli yargı ve öngörülerle onu mercek altına aldılar. Bu da Nursi hakkında zaman zaman sağlıklı tespitler yapmamıza engel oldu. Düşünsel ve tarihsel doğruluğu ispatlanmamış bilgilerin Nursi hakkında bu güne kadar bilerek- bilmeyerek kullanılması Nursi’nin farklı çevrelerde, değişik anlaşılmasına zemin hazırlamıştır bazen. Yazarın kitabında böyle doğruluğu kesinleşmemiş bilgileri hatta yanlışlığı ispatlanmış bilgileri güvenilir olmayan yazarların dilinden aktarması okuyucuyu öfkelendiriyor. Cemal Kutay’dan yapılan alıntılar akıl almaz derecede hatalıdır. Çünkü Kutay’ın söyledikleri zaman içersinde değişik yazarlar tarafından eleştirilmiş ve yanlışlığı ispatlanmıştır. Bunun gibi Nursi gerçeğinin künhüne hakiki anlamda sızmanın önüne ket vuran bilgilerin kitap boyunca veri olarak kullanılması -Zannederiz yazar bunların yanlış olduğunu bilmiyor- talihsizlikten öte tarihi bir hatadır. Bizce Nursi gibi geniş ufuklu bir insan hakkında çalışma yapılacak ise, ilk önce onun eserlerini, sonra ona en içten bakanların düşüncelerini, sonra ona en dıştan bakanların sözlerini, en sonra bir kavrayış dengesi verebilecek kişi ya da grupların söylediklerini dikkate almalıydık. Bu anlamda risale Nursi'yi açıklamaya yeter. Daha kapsamlı bilgi için, daha içte olan Albdülkadir Badıllı, daha dışta olan Şerif Mardin ve daha dengeli ve şefkatli, Nursi'ye Nursi kadar değer veren bir yazar olan Metin Karabaşoğlu’nun yazdıkları bu konuda belirleyici olabilirdi. Bu çerçevede kitaba yansıdığı kadarıyla yazarın Nursi ile ilgili 90 sonrası çalışmaları tam inceleyemediğini görüyoruz. Belki de kitap 90’dan önce bitmiş, basılmadan önce de tekrar incelenme ihtiyacı görülmemiştir, bunu bilmiyoruz. Eğer böyle ise bu paragrafta söylenenlerden dolayı yazarı sorumlu tutamayız. Sezai Karakoç'un deyişiyle İslam kültür ansiklopedisi olan risalenin yazarı Nursi, belki de İngiltere tarihi gibi her on sene geçtikten sonra yeniden yazılmalıdır. Zira bu kitapta son on yılda Nursi hakkında yapılan şeylerden çok fazla bahsedilmiyor. Bu da kitap için büyük bir eksiklik.

Biz bütün bu hissedilir yanlışlara rağmen bir boşluğu bir kesim için de olsa dolduracağı kanaatiyle kitaba on üzerinden sekiz veriyoruz. Yazarın bu kitap için sevabı günahından çok fazla. Hele bu okuyucunun, Cemal Kutay ve Şerif Mardin gibi yazarların Nursi üzerindeki tespitlerindeki hataları gördükten sonra, bu kitabı öpüp öpüp başının üzerine koyması gerekiyor.

  12.09.2005

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut