MODERNİTE ADLI ‘çorak ülke’de maneviyat yüklü şiirleriyle öne çıkan T.S. Eliot, bir şiirinde, bilgi dünyamızda yaşanan çoraklaşmayı apaçık bir tablo ile önümüze koyar: “Nerede o hikmet, yerine bilgiyi koyduğumuz” diye başlar Eliot ve devam eder: “Nerede o bilgi, yerine malumatı koyduğumuz / Nerede o malumat, yerine veriyi koyduğumuz.”
Hikmetin adım adım çekilip gittiği, artık ‘bilgi’ deyince, ‘bilge’liğin değil de bir rakamlar yığınının akla geldiği bir dünya, elbette çoraklaşmış bir dünyadır.
Oysa gerçekte, veriden malumat toplar, malumatı işleyip bilgi çıkarır insan; ve, bilgiden de hikmet devşirmelidir. Ancak bu takdirde, bilgi ağacı meyvesini vermiş olur.
Eliot’un yaşadığımız çağa ilişkin bilgi-merkezli bu tahlili, bu çağın içinde yaşamış her insan için de ayrı ayrı uygulanabilir. Kim ki, ‘bilgi’ diye veriler ya da malumatlarla yetiniyorsa, çoraklaşmıştır; kim ki, verilerden malumat, malumattan bilgi, bilgiden hikmet üretiyorsa, verimli, feyizli ve bereketlidir.
Ve, ‘hikmet’ deyince de, bizler için akla ilk gelen ya da gelmesi beklenen, mü’minlerdir. Zira onların iman ettiği Hâlik-ı Zülcelâl, Kur’ân-ı Hakîm’de kendisini tekrar tekrar ‘Hakîm,’ yani hikmeti sonsuz bir Rab olarak tanıtmaktadır. Ve Kur’ân’ını da—bizatihî Kur’ân’da, Yâsîn sûresinin en başında tarif ettiği üzere—‘sonsuz hikmetler yüklü’ bir kitab-ı ilâhî olarak bizlere vahyetmiştir. Dahası, yine Kur’ân’ından öğrendiğimiz üzere, o bize ‘kitabı ve hikmeti öğreten’dir.
Durum buyken, geçenlerde bir radyoda duyduğum ve bir dinî cemaatin bünyesinde teşekkül ettirilmiş bir hastaneyi tanıtan ‘bilgilendirici’ reklam, beni hüzne sevketti. Yanlış anlaşılmasın, öyle müstehcen, açıkça edebe aykırı türden birşey değildi ortadaki. ‘Check-up’la ilgili bir bilgi, daha doğrusu ‘veriler’e dayalı bir ‘malumat’ veriliyordu yalnızca: Avrupa’da yapılan araştırmalar göstermiştir ki, bu ülkelerde ortalama hayat süresinin daha yüksek olmasıyla bu ülkeler insanlarının yılda bir kez check-up yaptırmaları arasında bir ilişki vardır!
Böyle bir malumat, hikmet-eksenli bir bakışla, Türkiye gibi bir ülkede nasıl değerlendirilmeli, ne gibi sonuçlar çıkarılmalıdır?
Siz bu soru üzerine düşünedurun, ben bu bilgilendirici reklamın devam cümlelerini aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım: O halde, gelin bizim hastanemize, her yıl check-up yaptırın!
Yani, insanların üzerinde titredikleri hayatları üzerinde bir malumattan, bir özel hastanenin cirosunu arttıracak bir ‘hizmet satışı’na doğrudan bir sıçramaydı ortada olan...
Bu ‘masum’ reklam, duyduğum andan sonraki saatler boyu, bana az önce sorduğum soru ekseninde, birçok şey düşündürdü.
En başta, sözkonusu ülkelerin insanları böyle bir imkâna sahip iseler, bunun o ülkelerde ‘sosyal devlet’ niteliğinin öne çıkmasıyla; bu meyanda, devletin herkesi sağlık sigortası kapsamına alıyor olmasıyla ilgisini düşündüm.
Dolayısıyla, check-up ile yaşam süresi arasında bir ilinti varsa, bu kadar insanın hastaneye düşmeme, düşerse sigortalı olmadığı, parasını da ödeyemediği için rehin kalma, özel hastaneye ise hiç alınmama korkusu yaşadığı bu ülkenin mü’minleri için, ‘sosyal devlet’ yönünde bir vurgu yapmalarının imanın nişanesi şefkat ve rahmetin bir gereği olduğunu da...
Dahası, İslâmiyetin de, kamu otoritesini hükûmet ettiği diyardaki yoksulluk, açlık, hastalık vs.ye karşı sorumlu tuttuğunu; hatta, Hz. Ömer’in meşhur sözü “Dicle kenarında bir kuzunun ayağı incinse, sorar adl-i ilâhî onu Ömer’den” sözünün de bu sorumluluk kapsamında söylendiğini de...
Sonra, böylesi bir ‘sosyal devlet’ anlayışı bu ülkede yerleşmiş olsa, bundan, elbette ilgili sağlık kuruluşunun da ücretli olarak yaptırdığı veya ücretini devletten tahsil ettiği check-up’lar sayesinde yine cirosunu arttırmış olacağını da...
Gelin görün ki, işin bu kısmı, uzun zaman istiyor, dahası küllî, kapsamlı bir çaba gerektiriyordu. Oysa, cebinde para olana veya bir şekilde zaten sigortalı olana ‘hayatım için önemli’ duygusuyla bugünden check-up yaptırdığınızda, paranızı da bugünden tahsil ediyordunuz!
Özetle, ortada, sözkonusu malumatın, sağlığı da bir ‘sektör’e dönüştüren kapitalizmin hudutları dahilinde yorumlanması ve kullanılması gerçeği vardı.
Herkesi kuşatıcı bir anlayış ve çaba üreten, mü’mine yakışır bir şefkat ve merhametle yorumlanması mümkün ve gerekli olduğu halde...
Bu malumatın sıradan bir malumat, bu reklamın da bu kadar analizi gerektirmeyen bir reklam olduğu söylenebilir. Oysa, ‘göstergebilim’in öğrettiklerini aklımın yedeğinde tutarak, bu reklam metninin çok şeylerin ‘göstergesi’ olduğunu düşünüyorum.
Bu reklam metni, dünyevîleşme ve kapitalizmin zihin ve duygu dünyamızda nüfuz derecesini gösteriyor.
Yine bu reklam metni, kalbinde adalet duygusu da taşıyan nice insanı bir mü’min olarak yanımızda değil de bir ‘sosyalist’ olarak karşımızda gördüğümüz sorusuna dair de ipuçları veriyor...