Okumalar

“Lâ Havle” Çekmek

MİRAC-I NEBEVÎ’YE dair hadis rivayetlerinde, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın karşılaşıp konuştuğu peygamberlere dair bahisler de vardır. Bu bahislerden öğrendiğimiz üzere, Hz. Peygamber bu semavî yolculuğunda İbrahim aleyhisselam ile de görüşmüş; ve ceddi İbrahim (a.s.) Resûl-i Ekrem’e ümmetine ‘dünyada iken çokça cennet fidanları dikmeleri’ni söylemiştir. Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) cennet fidanlarının ne olduğuna dair sorusuna İbrahim aleyhisselamın verdiği cevap ise, "Subhanallahi velhamdulillahi ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l-azîm"dir.

Öte yandan, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) çocuklarla olan bir imanî muhasebesinde onlara ‘cennet meyvesi’ olarak öğrettiği söz de "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" sözüdür.

Başkaca sahih rivayetlerde de, "Lâ havle"nin yer aldığı bir dizi tesbihat ve tezkirat ile karşılaşırız.

Ve, şu diyarda yaşayan bizlerin de pek yabancısı olmadığı bir ifadedir "Lâ havle." İnsanın daraldığı, sıkıştığı, diyeceği sözün kalmadığı yerde tabir yerindeyse bir öfke tezahürü olarak "Lâ havle!" deriz. Deriz de, bu "Lâ havle!" nereden gelmiştir, nereye yönelmektedir; pek bilmeyiz, düşünmeyiz.

Oysa, öyle görünüyor ki, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh"ı daraldığı, sıkıştığı ve de sözün tükendiği yerde kullanan ilk insanlar her kim ise, onlar bilerek ve anlayarak söylüyorlardı. Çünkü, "Lâ havle" esbabın sukut ettiği yerdir ve de esbabın sukut ettiği yerdedir. ‘Havl’ kelimesi, yöneltme ve yönlendirme anlamına gelir; ve yalnız kuvvetin değil, havlin de ancak Allah’a has kılınması elbette çok hikmetli bir tevhid dersidir. Çünkü, kuvvet bir enerji birikimini ifade eder; o, nereye yönlendirilirse oraya akar. Bir barajda birikmiş su, boşaltıldığında, bir mecra bulur ve o mecrada akar. Eğer hazırlanmış bir mecraı yoksa, mecraını buluncaya kadar sel olup ortalığı mahv u perişan eder. Aynı şekilde, bir elektrik akımı, eğer yönlendirilmiş ise, yönlendirildiği mecraya akar; meselâ lâmbamıza ışık vesilesi olur, meselâ bilgisayarımızın çalışmasına vesile olur, meselâ elektrikli treni bir diyardan alıp bir başka diyara götürür. Kuvvet mevcut ama havl nâmevcut ise, yine elektrik örneğini kullanırsak, bu ‘yönlendirmesiz’ elektrik kuvveti insanları çarpar, âletlerin devrelerini bozar, hatta evlerde yangın çıkarır; yani, tahribe yarar.

Bu iki örnek dahi, kuvvet ve kudreti Allah’a izafe kadar, ‘havl’i, yani yönlendirmeyi de ondan bilmenin ne kadar değerli, ne kadar önemli bir iman talimi olduğunu göstermeye kâfidir.

İşte, kâinat, yalnız Allah’ın kudret ve kuvvetinin değil, havlinin de şahididir; ve her bir şey, mutlak bir kudreti gerektiren varoluşlarının, öte yandan şer ve tahrip değil, hayr ve maslahat içeriyor olmalarıyla her bir şeyin ancak O’nun havliyle, O’nun yöneltip yönlendirmesiyle vücud sahrasındaki mecraını buldurduğunu haber vermektedir.

Kısacası, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah!" derken, esbab perdesinin ardında işgörenin O olduğunu; herşeyi O’nun çekip çevirdiğini; ve O’ndan gayrı hiçbir şeyin eşyayı ve olayları o yöne yahut bu yöne sevketmesinin mümkün olmadığını ifade etmiş olur mü’min. Zamanın da, mekânın da O’nun Elinde olduğunu böylece teyid eder. "Lâ havle" sırrı bize bildirir ki; şartları da O belirler, kalbleri de... O, şu âlemi ve şu âlem içinde insanı yaratmasında mündemiç imtihan sırrınca günleri de yönlendirir, kalbleri de. Bizatî Kelâm-ı Ezelîsinde bildirdiği üzere, O, günleri döndürendir. Gün olur, doğrular galebe çalar. Gün olur, yanlışların hükmü geçer. Bu gel-gitler içinde Hâlik-ı Zülcelâk çok esmasını tezahür ettirir ve mü’min kullarına çok esmasını başka başka vecihleriyle öğretir. Yine O, Cevşenü’l-Kebîr’de Resûl-i Ekrem’in bildirdiği üzere "Mukallibe’l-Kulûb"dur. Kalbler O’nun Elindedir; zira onları O yaratmıştır ve inadî bir küfre sapıp ebediyen mühürlenmeye hak kazanmamış ise, esbab dairesinde bizce en umulmadık kalbleri dahi hayra ve hakka yönlendirebilir. Keza, sebepler tahtında hayra ve hakka yönelmesi imkânsız gözüken şartlardan, çok aydınlık sonuçlar çıkarabilir.

Velhasıl, "Lâ havle!" çekerken, tam ifadesiyle "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" derken, son sözü halkın, yani yaratılmış olanların değil; Hâlik’ın söylediğini teyid ederiz esasında.

Bu anlamda, "Lâ havle" diyebilsek, herhalde tam da münkirlerin planladığı üzere ‘öfkeyle dolup taşanlar’dan olmaz; bilakis, Rabbimizin bizden istediği üzere, ‘ve’l-kâzimîne’l-gayz’ tarifine denk düşen, yani öfkesini tutan ve yutan mü’minler olarak yolumuzda yürürüz.

Sözün kısası, esasında her bir şey ve her bir oluş karşısında "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" cennetâsâ sözünü söylüyor olmamız gerektiği gibi; bu söze sonradan yüklenen özel anlam itibarıyla özellikle "Lâ havle" çekmemizi gerektiren durumlarla da el’an karşı karşıya olmaktayız.

Evet, "Lâ havle" diyelim; ama bu dersle, bu idrakle ve bu şuurla...

  16.09.2000

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut