Ahzab 37-40 ayetleri üzerine kısa bir değerlendirme

Zeyneb Hafsa

BİR KAÇ yazıdır özellikle günümüz gençliğini din hususunda olumsuz düşünmeye iten bazı meselelerden bahsetmeye çalışıyorum. Bu yazıda da buna devam edeceğim. Buradaki mevzu Ahzab sûresi 37-40. ayetlere dayanıyor. Bunun günümüzdeki önemine dair Altay Cem Meriç diyor ki özellikle birbirinden kes-yapıştır tarzı alıntılarla bazı sitelerde ve kanallarda bu ayet gençlerin dinden soğumasına sebep kılınmakta. Her ne kadar Meriç’in meseleye dair açıklamaları teskin edici olsa da konuya ilişkin Said Nursi’nin muhteşem bir açıklama getirdiğini görünce ayrıca paylaşma gereği duydum.

Ahzab 37-40 arası ayetleri kısaca Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb’in evliliği ve boşanması hakkında. Mevzu kısaca şöyle: Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine Hz. Hatice tarafından ufak yaşında köle olarak verilen Zeyd’i (r.a.) kölelikten azad etmiş ve o günün şartları altında evlatlığı konumuna geçirmiştir. (Burada ayrıca vurgulamakta yarar var ki Zeyd (r.a.) gerçek babası kendisiyle gelmesini istediği halde bir köle olarak dahi olsa Peygamberimiz (s.a.v.) ile kalmayı tercih etmiştir.) Hz. Muhammed (s.a.v.) o zamanın kültürel kodlarındaki şeylerin İslam’a uygunluğunu sağlamak adına ciddi bir adım atmış ve halasının kızı, soylu bir aileden gelen Hz. Zeyneb’in Hz. Zeyd ile evlenmesini istemiştir. Hz. Zeyneb’i kendisine isteyeceklerini düşünen aile, eski bir kölenin Hz. Zeyneb ile evlenmesinden hoşlanmasalar da Peygamberimiz (s.a.v.) bunu istediği için neticede kabul etmişlerdir. Bu ayrıca konuşulması gereken önemli bir husustur. Fakat Hz. Zeyneb bu durumu bir türlü içine sindirememiştir ki bu durum evlilikte huzursuzluğa yol açmıştır. Durumu Hz. Peygamber’e (s.a.v.) haber veren Zeyd’e (r.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.v.) söyledikleri işte meşhur Ahzab 37 ayetinde şöyle dile getirilir:

Bir zaman, Allah’ın kendisine lütufta bulunduğu, senin de lütufkar davrandığın kişiye, “Eşinle evlilik bağını koru, Allah’tan kork” demiştin. Bunu derken Allah’ın ileride açıklayacağı bir şeyi içinde saklıyordun. Öncelikle çekinmen gereken Allah olduğu halde sen halktan çekiniyordun. Zeyd onunla evlenip ayrıldıktan sonra müminlere evlatlıklarının -kendileriyle beraber olup ayrıldıkları- eşleriyle evlenmeleri hususunda bir sıkıntı gelmesin diye seni o kadınla evlendirdik. Allah’ın emri elbet yerine getirilecektir.

Buradaki temel mesele şudur: O dönemde evlatlıklar gerçek evlat gibi algılanmakta, hatta mirastan pay da almaktaydılar. Gerçek evlat gibi sayıldıkları için evlatlığın boşadığı eş sanki gerçekten kızı gibi algılandığı için evlatlığın babası bu boşamadan sonra onunla evlenememekteydi. Fakat Hz. Muhammed (s.a.v.) biliyordu ki buna dair hüküm yoldadır. Ve büyük bir infiale yol açacaktır. O da bundan çekinmiştir. Ayet tam da buna karşı asıl çekinilmesi gerekenin Allah olduğunu bildirmektedir ki Meriç’e göre bu uyarı dahi nübüvvetin delillerinden biridir. Nitekim bu konuda Allah’ın dilediği olmuş ve Peygamberimizin (s.a.v.) çabalarına rağmen Hz. Zeyd, Hz. Zeyneb’ten ayrılmış ve Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Zeyneb ile evlenmiştir. Bu olayın detayına dair uygunsuz rivayetler aktaranlar vardır. Nitekim gençlerin olumsuz fikirlere sahip olmasına yol açan bir unsur da bunlardır. Fakat burada bunun detayına girmeyeceğiz. Buna dair detaylara şu videodan erişilebilir.

Nursi’nin yorumu

Peki Said Nursi’nin bu konuya dair yorumu nasıldır? Öncelikle o, bu konuyu farklı bir mesele içerisinde ele almıştır. Nursi, takip etmesi çok kolay olmayan, iç içe bölümlerden oluşan 25. Söz’ün Beşinci Lem’a’sının beşinci ışığının üçüncü şuasının üçüncü cilvesinde Kur’an’ın her dönemde farklı insan tabakalarınca farklı bir veçhesinin aşikar oluşunu anlatırken bir kaç tabakanın Kur’an’a dair fehmini yani anlayışını örneklendirirken işte bu Ahzab sûresi 37-40 arası ayetlerden bahsetmekte ve şu misali vermektedir:

Mesela مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ tabaka-i ûlânın şundan hisse-i fehmi şudur ki: “Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselamın hizmetkarı veya “veledim” hitabına mazhar olan Zeyd, izzetli zevcesini kendine küfüv (eşitlik, benzerlik, denklik) bulmadığı için tatlik etmiş (boşamıştır). Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam almış. Ayet (Ahzab, 40) der: “Peygamber size evladım dese risalet cihetiyle söyler. Şahsiyet itibariyla pederiniz değil ki kadınlar ona münasip düşmesin.”

İkinci tabakanın hisse-i fehmi şudur ki: Bir büyük amir, raiyetine pederane şefkatle bakar. Eğer o amir, zahir ve batın bir padişah-ı ruhani olsa o vakit merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiğinden o raiyetin efradı onun hakiki evladı gibi ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı, zevc nazarına inkılab edemediğinden, kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden, efkar-ı ammede Peygamber (s.a.v.), mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediğinden Kur’an der: “Peygamber (s.a.v.), merhamet-i ilahiye nazarıyla size şefkat eder, pederane muamele yapar. Risalet namına siz onun evladı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniyet itibarıyla pederiniz değildir ki sizden zevce alması münasip düşmesin.”

Burada anlatılmak istenen nedir? Yukarıda bahsi geçen olaydan hareketle Said Nursi demektedir ki 40. ayette geçen “Peygamber (s.a.v.) hiç birinizin babası değildir” ifadesini yüksek (ûlâ) tabakadakiler şöyle anlarlar diyor: Peygamberimizin (s.a.v.) iki konumu vardır; risalet/peygamberlik ve insanlık/şahsiyet.

Aynı ayeti ikinci tabaka ise şöyle anlar demektedir Said Nursi: Bir amir emrindekilere karşı peder yani baba gibi şefkatlidir. Eğer bu kişi aynı zamanda ruhani bir padişah ise, onun şefkati baba şefkatinin de üstündedir. Dolayısıyla yönetimi altındakiler ona gerçek bir baba gibi bakarlar. Bu kişiyi baba gibi görme meselesi onu zevc olarak görmeyi engeller. Kendini onun kızı gibi gören de kendisini onun zevcesi olarak görememeye başlar. Ve sonuçta o toplumdaki kızlarla evlenmesi imkansız hale gelir. İşte Kur’an bu durumu engellemek için bu ayette demiştir ki Peygamber (s.a.v.) -toplumun hem yöneticisi hem manevi lideridir- özellikle manevi konumu itibariyle yönetimi altındakilere şefkat etmekte ve pederane yani baba gibi davranmaktadır. Özetle, risalet/peygamberlik konumu itibariyle herkes Peygamberin (s.a.v.) evladı gibidir fakat insaniyeti/erkekliği cihetiyle kimsenin babası değildir ve toplumdaki herhangi birini (kızı, kadını) zevce olarak alabilir.

Değerlendirme

Günümüzde çeşitli sebeplerle İslamiyet’e ve Peygamberimize (s.a.v.) eleştiri için kullanılan hususlardan biri Ahzab sûresi 37-40. ayetler arasında anlatılan Hz. Zeyd ve Hz. Zeyneb arasındaki evlilik olayıdır. Bu olaya dair Said Nursi şu önemli çıkarımda bulunmaktadır: Peygamber (s.a.v.) iki konuma sahiptir. Biri risalet görevi, diğeri insani konumudur. Bu görevlerden ilki bağlamında halkına karşı aşırı şefkatinden dolayı onların tıpkı babası gibidir. Fakat bu, gerçekte onların babası olduğu anlamına gelmez. Çünkü aynı zamanda o bir insandır, erkektir. Ve toplumdaki hiç kimsenin babası değildir. Bu sebeple kimseye (erkek veya kadın) miras bırakamaz ve kız ve kadınlarla evlenebilir.

Peki bu çıkarım bize bugün neler söylemektedir? Kanaatimce buradaki en önemli çıkarım şu olacaktır: hangi dönem ve hangi toplum olursa olsun kendi kültürel, örfi değerlendirmeleri ya da Meriç’in tabiriyle isimlendirmeleri o şeyin gerçekten öyle olduğu anlamına gelmez. Burada önemli olan dinin/İslam’ın o şeyi nasıl isimlendirdiğidir. Peygamberimizin (s.a.v.) toplumu bu anlamda dinden farklı isimlendirmeler yapmıştır: bu örnekte olduğu gibi, Peygamberimizi (s.a.v.) evlatlığının gerçekte babası olmadığı halde babası olarak tanımlamış, zıhar uygulamasıyla eşlerini anneleri olmadığı halde anneleri gibi tanımlamışlardır ki bu da bir başka sureye (Mücadele suresi) konu olmuştur.

Peki bunları sadece Peygamberimizin (s.a.v.) toplumu mu yapmış? Elbette hayır. Bugün bizim toplumumuzda da benzer isimlendirmeler yapılmakta. Mesela, yakın arkadaşının akıl-baliğ erkek kardeşine “kardeşimdir” deyip yanında tesettürü gerekli görmeyenler olabilmekte. Ya da aynı Peygamberimize (s.a.v.) yapıldığı gibi konumundan dolayı ilişkide olduğu kişilere şefkat gösteren erkek veya kadınlara “baba, anne, abi, abla” deyip onlara tabir-i caizse insan üstü bakıp onların insan oldukları unutulabilmektedir. Bu ise maalesef erkek-kadın ilişkilerini yersiz gevşeten bir durumdur. Oysa dinde erkek-kadın arası ilişkilerin sınırı oldukça nettir: birbiriyle evlenebilir olanlar (ki tesettür bu noktada gündeme gelmektedir) ve olamayanlar (amca, dayı gibi yakın akrabalar veya şirk ehli). Neticede insani ilişkilerimizi bizim nasıl isimlendirdiğimiz değil, dinin nasıl isimlendirdiği önemlidir. Zira bizim birilerini bir şeyle isimlendirmemiz onları öyle yapmamaktadır.

  04.07.2023

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut