Bir Testi Su’dan Kur’ân Notları

Zeyneb Hafsa

Bir Testi Su, Osman Nuri Topbaş’ın Mesnevi denizinden doldurduğu ve iki kapak arasına alıp okuyucuyla paylaştıklarına atıf taşıyor. Bu yazıda, eserde yer alan Kur’an yorumlarından bir kısmını paylaşmaya çalışacağım. Bunun nedeni ise kısaca şu: kitaptaki bazı tasavvufi yorumların bizim için yeni kapılar açabilecek şeyler söylemesi…


ÖNCE ŞU ayete dair okumayla başlayalım: “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah böyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal, 17). Bu ayete ilişkin olarak Osman Nuri Efendi şunları dile getirmektedir: “İnsanın sahip olduğu kudret ilahi takdir çerçevesi içindedir. Bundan dolayı la havle vela kuvvete… buyrulmuştur. Ancak insanın bu dünyaya imtihan için gönderilmesi sebebiyle ona cüzi bir irade verilmiş ve insan hayra da şerre de istidatla donatılmıştır. Kullanma gücü de kendi iradesine terk edilmiştir.” Bu yorum aslında tasavvufun genel anlamda kadere, tevekküle, cüzi irade ve külli irade arasındaki ilişkiye bakışını yansıtmaktadır. Konuya dair hem bakışımızı hem davranışımızı oturtması için de güzel bir yorum olmuştur.

Bayezid-i Bistami, tasavvuf geleneği içerisinde önemli isimlerden bir tanesidir. Topbaş, onun şu sözlerini Hz. Davud (a.s.) ile ilgili olarak Sa’d Suresi 18 ve 19. ayetleri açıklarken kullanmaktadır: “Bülbül teganni ederken karşı dağdan ayrı ses gelmez. Ne kadar ülfetimiz varsa yakınlığımız da o kadardır.” İlgili ayetlerde ise şöyle denmektedir: “Kendisiyle birlikte tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi.” Ayete ilişkin latif bir açıklamadır bu.

Bayezid-i Bistami’ye dair bir başka atıf, Nahl Suresi 43. ayeti açıklarken kullanılmaktadır: “Biz, senden önce, kendilerine vahyettiğimiz ricalden (erkeklerden) başkasını (resûl olarak) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o takdirde zikir ehline (daimi zikir sahiplerine) sorun!” Bu ayetin ilk başta temel manası peygamberlikle ilgili gibidir. Fakat Topbaş bu ayetin ikinci kısmına odaklanıp zikir ehli/ulu’l-elbab ifadesinde geçenlerle ünsiyet peyda etme gerekliliğini Bistami’nin şu tavrıyla açıklamaktadır: “Bayezid-i Bistami nereye yolculuk yaparsa yapsın orada önce Hak dostlarını bulmaya gayret ederdi.” Bizlere de örnek olası bir davranış…

“Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): Ey Musa! diye seslenildi: “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen pabuçlarını/nalinlerini çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”” (Taha 11-12). Bu ayet, Hz. Musa peygambere dairdir. Ayetteki ilginç gelen ifade, “pabuçlarını çıkar” ifadesidir. Konuya dair bilgisi olmayanlar için bu ifade ilk başta garip gelebilir. Ayetin anlamı fiziksel, somut da olabilir. Yani gerçekten yalınayak kalıp bulunduğu yerle doğrudan teması da istenmiş olabilir ancak Topbaş bu ayetteki “pabuçlarını çıkar” ifadesiyle ilgili olarak daha manevi yorumları içeren şu bilgileri paylaşmaktadır: “Müfessirler, nalinlerini çıkar ifadesine farklı izahlar getirip işari manalar vermişlerdir. örneğin Kuşeyri ve Bursevi’de; iki nalin, dünya ve ahireti temsil etmekte olup kalbini dünya ve ahiretle ilgili meşguliyetlerden boşalt. Hak için her şeyden tecerrüd edip sıyrıl ve Allah’ın marifet ve müşahadesinde yok olmaya bak.” İleri seviyeleri her ne kadar herkes için yapılası olmasa da istidadımızca bir yerlerinden pay alabileceğimiz sözler bunlar.

Asa-yı Musa

Yine Taha Suresi’nden 19. ayette şöyle denmektedir: “Allah, “Onu yere at ey Mûsâ!” dedi.” Öncelikle, bu ayette geçen “onu” ifadesi, ayetin önü ve arkasıyla birlikte okunduğunda Hz. Musa’nın elindeki asaya işaret etmektedir. Bu da yine fiziksel bir ifade olmanın yanı sıra Topbaş’ın dile getirdiği şu gibi manevi anlamlara da raci olabilir: “Bazı müfessirler işari manada bu ayetin Hz. Musa’nın iç dünyasına ait bir irşad sadedinde olduğunu beyan etmişlerdir. Hz. Musa izafetleri zikredince Allah bunların atılmasını emretti. Nefs ve nefse bağlantılı olan şeyler koca bir yılan olarak temessül etti. Hz. Musa’ya nefsin hakikati gösterildi. Korktu, ürktü ve kaçtı. “Asanı at!”: Artık sen tevhid sıfatı ile sıfatlanmışsın. Senin bir asaya dayanman, senin için kendisine dayanacağın, ondan yardım dileyeceğin ve istifade edeceğin bir şeyin olması, nasıl doğru ve yerinde olabilir? Tevhid yolunda ilk adım, sebepleri terktir (Yani sebebe güveni terk).”

Kur’an’daki pek çok benzetmeden insanın aklında kolayca kaldığını düşündüğüm bir tanesi şu ayette geçendir: “Bizim âyetlerimizi asılsız sayanlar, büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” (Araf, 40). Devenin iğne deliğinden geçmesinin imkansız olduğunu -en azından Allah dışındakiler için- akıl sahibi olan herkes takdir edecektir. Ayette bu imkansız şeyin ne olduğu şöyle açıklanmaktadır; ayetleri yalanlayanların sonunun hayırlı olması. İşte bu olmayacaktır uyarısı yapılmaktadır. Topbaş ise bu ayetin bize bakan tarafları için ilginç bir açıklama getirmektedir: “İnsanın Allah yolunda ruhunu inceltip vuslat iğnesinin deliğinden geçecek kadar zarifleşmesi ve nefsanilikten temizlenip berrak bir hale gelmesi elbette ki kolay değildir.”

Her dem taze

Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir fakat bu örnekler dahi ayetlere, bilen birilerinin, özellikle de tasavvuf bakış açısıyla ne kadar ilave anlayışlar getirebileceğini göstermektedir. Yunus’un “Her dem yeniden doğarız/ Bizden kim usanası” dediği gibi ayetler de her dem, “ehli” ile yeni doğuşlarla karşımıza çıkmaktadır ki onlardan kim usanası olsun!

  04.12.2022

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut