İslam, akıl ve bilim üzerine kısa kısa

Zeyneb Hafsa

Son iki yazıda önce Razi’nin marifetullahı anlamaya yönelik mevzularda dahi akılcı yöntemi takip etmesine eleştiri getiren İbnü’l-Arabi’nin mektubundan, ardından da İbnü’l-Arabi’nin tasavvuf yöntemine şerh düşen Said Nursi’nin ve risalelerin ilmȋ yaklaşımından bahsedildi. Bu yazıda ise genel anlamda İslam-akıl-bilim ilişkisinden bahsedilecek.


“İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Ziya Paşa


İLİM, İSLAM’DA EN GENEL ANLAMIYLA kesbȋ (çalışıp kazanılarak elde edilen) ve vehbȋ (çalışıp kazanmadan gelen) olarak gruplanabilir. İlki akıl vb. yöntemlerle edinilen bilgiye işaret etmektedir -ki bugünkü bilim bununla sınırlıdır. İkincisine ise vahiy, ilham gibi bilgi kaynakları dâhildir. Bunlar arasında kalbe (akla değil) gelen dört türlü ilham listelenebilir:

  1. Şeytandan gelen vesveseler.

  2. Nefisten gelen telkinler (hevacis).

  3. Melekten gelen ilhamlar (havatır).

  4. Allah’tan gelen ilhamlar (varidat).

Burada bu listelenenlerin detaylarına girilmeyecektir ancak şöyle bir özet yapılabilir: “Peygamberlere gelen vahiyden farklı olmak üzere veli bir zâtın kalbine gelen ilham, başkalarını bağlayıcı değildir, ama dinin genel ölçülerine aykırı değilse reddedilmesi de uygun olmaz. Günümüzde bilimsel olarak “epifiz bezi”, “üçüncü göz” gibi kavramlarla anlatılan durumlar, tasavvuf ilminde “kalp gözü, kalp kulağı” gibi kavramlarla anlatılmıştır. Ayna ne kadar parlaksa, mukabilindeki eşyayı o kadar net yansıtır. Kalp aynası da ne kadar parlaksa, o kalpte ilham parıltıları o derece net olur. Böyle zâtlar, manevi mücadelelerine bir mükâfat olarak nice müşahedelere nail olurlar.”

Akıl-Bilgi-Felsefe-Modern Bilim vs. İslam

Fark edileceği üzere modern bilim, vehbȋ bilgi kategorisini yok saymaktadır. Çünkü sadece akla, satıra gelen bilgiyi kabul eder. (Bu sebeple olsa gerektir ki bugünkü anlayışta insanın nefsinden gelenlerin ayrıştırılması yapılmadığı için insan yekpare alınıp istediği her şeyin mübah olduğu, istediği her şeyi yapabileceği gibi bir “özgürlük” anlayışına varılmaktadır.) Oysa İslam’a göre kalbe, sadra gelen bilgi çok daha net ve açık bilgidir. Nitekim Osman Nuri Efendi, İslam Nazarında Akıl ve Felsefe adlı eserinde bu farklılığa vurgu yapan bazı isimlerden şu alıntılarda bulunmaktadır:

“Vallahi vahye teslim olmayan aklın kıyaslarına uyacak olursanız haramı helal, helali haram sayarsınız.” (Şa’bi, Darimi, Mukaddime, 22/198)

“Vahiy haricindeki aklın kıyasını ilk kullanan İblistir.” (İbn-i Sirin, Darimi, 22/196).

Osman Nuri Efendi daha sonra şunları ekler: “… insan aklı ancak Kur’an ve Sünnet ışığında hakka ve hayra ulaşabilecek şekilde yaratılmıştır… İslam’ın akılcılığı, hakikat arayışında aklın kudretini sınırsız kabul ederek (nitekim bugün bir kısmı sınırlı rasyonelliği kabul eder hale gelmiştir) onu adeta ilahlaştıran rasyonalist felsefecilerin görüşünden tamamen farklıdır.” İbn Haldun’dan alıntıyla da şunu ilave eder: “Akıl sağlam bir terazidir. Ama onunla Allah’a ve ahirete ait meseleleri, peygamberlik hakikatlerini, akıl ötesi gerçekleri ölçemezsiniz.” Bu alıntı, İbnü’l-Arabi’nin Razi’ye eleştirisinin de temel çıkış noktasına işaret etmektedir kanaatindeyim.

Akıl ve modern bilimle ilişkili önemli bir unsur da felsefedir. Said Nursi, akla dayalı felsefeye dair Emirdağı Lahikası’nda şöyle der:

“Risale-i Nur’un şiddetli tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir. Belki muzır kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve san’atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur’ân ile barışıktır. Belki Kur’ân’ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.” Fakat, “İkinci kısım felsefe, dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi, sefahet ve lehviyat ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur’ân’ın mu’cizekâr hakikatleriyle muaraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve burhanlı muvazenelerle, felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor…”

Neticede ise modern bilim ve felsefeye dair Said Nursi şu özeti sunar:

“Eski zamanda dalalet cehaletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydır. Bu zamanda dalalet -Kur’an ve İslamiyet’e ve imana taarruz- fen ve felsefe ve ilimden geliyor. Bunun izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binden bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler hem bilmiyorlar hem kendilerini bilir zannediyorlar.”

Buraya son olarak şunu eklemek istiyorum: Metin Karabaşoğlu, Risale Okumaları 1’de Said Nursi’nin bilim ve İslam arasındaki ilişkiye bakışını okumaya tabi tutmakta ve anladıklarını şöyle özetlemektedir: Bilim ile İslam arasında ast-üst ilişkisi vardır. Burada mürşid olan İslamiyet’tir. Fenler ise bu mürşidin irşadıyla doğru çizgide kalabilir. Vahyi rehber edinmeyen bir bilim, efendisinden kaçmış bir köle gibidir. Bu noktada Karabaşoğlu bu ilişkiyi Said Nursi’nin ziya ve nur arasındaki üst-ast ilişkisine benzetmekte ve şöyle demektedir: Güneş ziya, ay ise nurdur. İlkinin ışığı kendinden iken ikincisi bunu yansıtır sadece. O halde Said Nursi’nin “Vicdanın ziyası ulum-i diniyedir, aklın nuru fünun-i medeniyedir” sözü, ziya nurdan üstün olduğu için vicdanın akıldan, dinin de medeni bilimlerden üstün olduğu anlamına gelmektedir.

  05.09.2022

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut