İKİNCİ BASKI İÇİN
Sunuş
İnsan, nice yazlardan sonra geçmişine baktığında, iki ayrı duyguyla hemhal olur. Bir yanda, bugünün penceresinden, dün yaptıkları acemice görünür. Ama, bu ‘naif’ şeylerin, bugünlere gelişin işaret taşları veya basamakları olduğunu da görür.
Baskısı iki-üç yıl önce biten Bilimin Öteki Yüzü’nün yeni baskısının bu denli gecikmesinin en önemli sebebi, işte bu ‘naif’lik duygusunun ağır basmasıydı. Gerçi kitabın üç yazarından ikisinin tenbelliği sözkonusuydu; ama Dr. Bouguenaya’nın ortaya koyduğu yeni çalışmalar, çok daha sağlam biçimde temelleniyor ve çok daha güçlü tezler içeriyordu. Meselâ, sonraki bir makalesinde ‘pozitivist’ olduğu söylenen maddeci bilimin aslında ‘negativist’ olduğunu; güya bilim ile dini uzlaştıran ‘nasıl’ ve ‘niçin’ ayrımının ise meselenin şahdamarı hükmünde olduğunu çalışıyordu Bouguenaya. Onun, imanî bir bilimin izini süren; hatta bunun pratik örneklerini de içeren yeni çalışmaları ile kıyaslandığında, Bilimin Öteki Yüzü’nü ‘naif’ görmek boynumuzun borcuydu.
Ne var ki, yine aynı kitapta daha ileri tahliller için belli temeller hazırlandığını da, kitabın yeni baskısı yönünde bize ulaşan talepler akabinde Bilimin Öteki Yüzü’nü yeniden ele aldığımda gördüm. İkinci baskısı için hafif çaplı bir redaksiyona tâbi tutarken, kitapta, bugünlere gelişin işaret taşlarını okumam da mümkün oldu.
“Giriş” bölümünde yazılanlar, bunun bir örneğidir sanırım. Bugün yazılacak olsa bu “giriş” daha farklı olurdu şüphesiz. Ama bu haliyle de, hâlâ daha korduğumuz bir temel bakış açısını net bir biçimde yansıtıyor. Meseleyi ‘vahyi tanımayan akıl’ ile ‘vahye tâbi akıl’ ikilemine getiriyor sözgelimi. Paralelinde, “Bilimin ‘felsefî’ yorumunun alternatifi, bilimin ‘bilimsel’ yorumu değildir; bilimin ‘imanî’ yorumudur” hükmüne ulaşıyor. Bu ‘imanî bakış’ın küçük örneklerini sunuyor ve son sayfada şu hatırlatmada bulunuyor: “[Bu] imanî bakış açısını kendi aklımızla üretmiş olmuyoruz. Bu bakış açısını, bize Kur’ân veriyor.”
Öte yandan, Dr. Bouguenaya’nın kaleme aldığı bölümler arasında dolaşırken, “...Ya yaratıcı Allah vardır veya bu kabul edilmiyorsa, yok olduğu farz ediliyordur. Yani Allah’ın varlığı ile yokluğu arasında tarafsızlık mümkün değildir” gibi, ‘objektiflik’ maskesini net biçimde kaldıran tahlillerle yüzyüze geliyoruz. Yine Bouguenaya “Allah’ın varlığını inkâr bir reddetme olduğundan doğruluğu isbat edilemez. Bu yüzden, geçici de olsa, mantık kuralları gereği, Allah’ın varlığını kabul ederek kâinata bakmamız gerekir. Eğer bu kabulden hareketle vardığımız netice geçici kabulümüzle tezat teşkil etmiyorsa, yaptığımız bu kabullenme doğru ve tutarlı demektir” şeklinde, el’an üzerinde durulması gereken bir ‘metodoloji’ öneriyor.
Bilimin Öteki Yüzü’nün, bu bakımdan, bugün için de anlamlı ve açıklayıcı olduğu kanaatindeyiz. Özellikle kâinata imanî bir nazarla nasıl muhatap olunacağını araştıran, bu minvalde bilimin maddeci yorumuyla yüzleşme durumunda kalan dimağlar, onda, belli ipuçları ve çıkış noktaları bulacaklardır.
Bilvesile, kitabımızın yayınlandığı tarihten bugüne bizim dünyamızda yaşanan gelişmelere paralel olarak, dış dünyada da birtakım gelişmeler olduğunu belirtelim. Meselâ, tüm dünyada ve de Türkiye’de ‘bilim felsefesi’ alanında yeni çalışmalar yayınlandı ve ‘tarafsızlık’ gibi bilimsel efsaneler daha bir sorgulandı. Bunların içinde, Brian Appleyard’ın Understanding Present’ı gibi çok ses getirenleri de oldu; kıyıda-köşede kalanları da. Her hâlükârda, maddeci bilim, dine karşı ‘en hakikî mürşid’ olarak sunulduğu topraklarda ciddi bir sorgulanma dönemi yaşıyor. Özellikle ehl-i din içerisinde, bilimciliğin yoğun biçimde tartışıldığı; bu konudaki en yetkin çalışmaların da bu câmiada sunulduğu gözleniyor.
Maamafih, bu çalışmaların ciddi bir zaaf taşıdığı kanaatindeyiz. Yapılan çalışmalar, daha ziyade ‘Batılı bilim’in felsefî veya metodik eleştirisi niteliği taşıyor. Buna mukabil, ‘imanî bir bilim’ önermiyor. Bilhassa, Kur’ân’ın imanın şahidi ve ‘Allah’ın âyetleri’ olarak dikkatleri çektiği kâinata, bilimin maddeci yorumunun tuzaklarından azade imanî bir bakış sunmuyor. Kâinatı Allah’ın isimlerinin aynası kılan bir bakışın ipuçlarını vermiyor. Dolayısıyla, doğru eleştiriler yöneltmekle birlikte, eleştirdiği şeyin alternatifini sunmuyor. Bunun görebildiğimiz istisnaları, bizce eksik kalmalarına rağmen, Seyyid Hüseyin Nasr’ın Search for a Sacred Science’ı ile İrfan Yılmaz ve Selim Uzunoğlu’nun kaleme aldığı Alternatif Biyolojiye Doğru adlı çalışma. Her iki çalışma, adlarından anlaşılacağı üzere birer ‘ön çalışma’ mahiyeti taşıyor; ve, eleştirinin ötesinde yüzü ‘marifetullah’a dönük bir ‘bilim’in izini sürüyor. Dileriz, bu alanda ulaşamadığımız başkaca çalışmalar vardır; ama, görebildiğimiz kadarıyla, Bilimin Öteki Yüzü’nün vurguladığı temel problem el’an devam ediyor: Modern bilimi red ile iş bitmiyor; kâinatı inkâra terk edemeyeceğimize göre, ona bakışımız nasıl ve ne şekilde olacak?
İnşaallah, Dr. Yamina Bouguenaya’nın yeni kitabı, bu konuda bir ilave adım hükmünde olacaktır. Ve inşaallah, kendileri, kâinatın nasıl imanî bir dil ile anlatılacağının pratik örneklerini de sunarlar.
Bu alan tek bir kişinin üstesinden gelebileceği dar ve kolay bir çalışma alanı değil elbette. Ama, bu noktada atılan tek bir taş dahi, dalgaları ciddî muhataplar sahiline vurduğunda, manidar bir gelişmenin önsözü olabilecektir.
Bilimin Öteki Yüzü’nde yer almayan, ama çalışılması gerektiğine inandığımız başkaca bazı hususların da var olduğunu belirtmek isterim. Meselâ, modern bilimin indirgemeci mantığı; bir konuyu—daha iyi çalışabilmek için—olabildiğince küçük parçalara ayırması, ama bu parçanın bütünle bağının koparılması; ‘başka şartlar sabit kalırsa’ gibi, ‘normal şartlar altında’ gibi, ceteris paribus gibi ön-şartların yol açtığı zihin yanılmaları, bu kitapta sorgulanmıyor. Keza, ele alınan tüm konuların felsefî uzantıları ile tarihsel geçmişlerinin, hususan İslâm düşünce tarihinde bu yönde gelişen tartışmaların da, zannımızca irdelenmesi gerekiyor. Üçüncü bir nokta ise, elinizdeki kitabın, ‘sosyal bilimler’ veya ‘beşerî bilimler’ alanında herhangi bir analiz sunmaması. Oysa, bu bilimlerin de bir imanî eleştiri süzgecinden geçirilmesi muhakkak gerekiyor.
Bilimin Öteki Yüzü’nün yeni baskısını, bu açıdan, bir ‘sonsöz’ olarak değil; kısmen unuttuğumuz bazı sorumlulukları bize yenidenhatırlatan bir ‘önsöz’ olarak yayınlıyoruz. Rabbimiz, enfüs ve âfâkı, iç dünyamızı ve kâinatı varlığının delili olarak sunduğuna göre, bu alanda bakışları saptıran modern maddeci/indirgemeci yaklaşımları aşmak imanî bir zorunluluktur; ama bu minvalde şu ana kadar çok az mesafe alınmıştır.
Bilimin Öteki Yüzü, bizim için bir başlangıç hükmündedir. Yapıp ettiğimiz onunla sınırlı kalırsa, her an yeniden yeniye yaratılan bir kâinatta, ‘iki gününü bir edip ziyana uğrayanlar’dan oluruz.
Yeni ‘sunuş’larda görüşebilme duasıyla.
İstanbul, Mayıs 1997
Metin Karabaşoğlu
Birinci baskıya önsöz
BEBEKLİKTEN ÇOCUKLUĞA geçtiği dönemi hatırlayanımız yoktur. Ama hepimiz biliriz ki, bu dönem, merak ile sorunun en yoğun biçimiyle dünyamıza doluştuğu zaman dilimini temsil eder. Merak ve soru, ilk insandan bugüne, insanoğlunun, etrafında olmakta olan, ancak farkına yeni vardığı şeyler karşısındaki ilk fıtrî mukabelesi olagelmiştir.
Nitekim, bugün dağarcığımızda bulunan bilgilerin ardında, doyumsuz bir merakla dünyamıza taşıyageldiğimiz binlerce sorunun izleri var. Hâlâ aynı merak içindeyiz; hâlâ arıyor, hâlâ soruyor, hâlâ etrafımızdaki âlemi anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyoruz. O uğurda, binlerce yıllık bir gayretle, adına ‘bilim’ dediğimiz bir anlama metodu bulmuşuz; onu da binlerce dala ayırmışız; ama merakımız, sorularımız, arayışımız, ilk günün tazeliğiyle sürüp gidiyor.
Lâkin, içinde yaşadığımız günlerin, ayrı bir özelliği de var. Kâinatın ve içindeki eşyanın “bilim” adına sorgulandığı nice yıllardan sonra, şimdilerde bilimin kendisi de sorgulanıyor. Bir yanda göz kamaştırıcı bir bilimsel ve teknolojik gelişmenin; hemen yanı sıra göz karartıcı bir bilimsel ve teknolojik kâbusun—nükleer tehlike, çevre kirlenmesi vs.—yaşandığı şu gün-lerde, başka herşey kadar, bilime dair sorular da soruluyor. Bilimin kendisi, bugün, inceleme konusu seçtiği şeyler kadar merak konusu.
Böylesi bir ortamda, bizlerin de bu soruların uzağında kalmamız mümkün olamazdı. Gerçi, özelde ne bir bilim felsefecisi idik, ne de bir moleküler biyolog. Asıl mesleğimiz bunlar değildi. Asıl mesleği, her insan gibi, kendini ve etrafındaki âlemi anlamak olan; en temelli gayretinin bu çizgide yoğunluk kazan-dığı insanlardık biz: bilime dair soruları zaten bu yüzden sormak zorundaydık. Görünüşe bakılırsa, bilim bize kâinattan haberler getiriyordu. Peki bu haberler bize nasıl ve ne şekilde geliyordu? Bu haberlerin doğruluk derecesi ne idi ve bu doğruluk derecesini tesbitin yolu neydi?
Önce, bu kabil sorular yaşandı dünyamızda; Risale-i Nur ekseninde yapageldiğimiz mütalâalar ışığında, ardından cevaplar geldi. Önce dimağlarımızda toplanan cevaplar, zaman içinde parmaklarımızın ucuna akıp, bu kitabı teşkil eden yazılara dönüşüverdi. Yine de, hemen belirtmeliyiz ki, bu noktada nihaî ve mutlak bir tahlile ulaşmış olduğumuzu sanmıyor; bu noktaya ise, böylesi yazılar çevresinde gelişecek tartışmalar sayesinde ulaşılacağına inanıyoruz.
‘Risale-i Nur etüdleri’ diyebileceğimiz bir çalışma ortamı içinde kaleme alınan bu yazıların yazarları olarak, önemle üzerinde durmak istediğimiz bir husus var: Sözkonusu yazılar, bu çerçevede, çok sayıda insan tarafından okundu, düşünüldü, tartışıldı; ve tekrar tekrar kaleme alındı. Dolayısıyla, yazılarda yer alan kusur ve noksanlar son tahlilde yazarlarını bağlıyorsa da, aynı yazılarda var olan güzel noktalarda—bakış açımızı belirleyen Risale-i Nur’la beraber—yazılara katkısı olan herkesin payı bulunuyor. Bu yüzden, yazılardaki takdire değer hususların, üstünde imzası bulunan bizlere hasredilmeyeceğini ümit ediyor; ve bunu ifade etmeyi bir tevazu tavrı değil, bir hakikatın teslimi biliyoruz.
Bu meyanda, bu yazıların bir kısmının Köprü dergisinde yayını esnasında tenkit ve tekliflerini esirgemeyen eski çalış-ma arkadaşlarımıza; ve bilhassa, yazılar üzerinde en az yazarları kadar kafa yoran Dr. Ali Mermer’e; bu yazıların bir kitap haline gelmesi fikrini ısrarla takip eden Dr. İlhan Kutluer’e teşekkürü bir gönül borcu biliyoruz. Teşekkür borçlu olduğumuz bir diğer kişi daha var: Prof. Şerif Mardin. Belirtmemiz gerekir ki, Prof. Mardin’in, Risale-i Nur ve Said Nursî hakkındaki monografisinin esaslı bir bölümünü oluşturan “Machinery of Nature” adlı makalesi, bizim için, ilgili yazıların satırlara akması noktasında bir müşevvik unsur oldu. İngilizce’ye, ilgili konuda İngilizce kitap yazacak kadar ehildi Mardin. Ama nedense Risale-i Nur’daki ‘kâinat’ tâbirlerini ‘tabiat’ diye çevirebiliyor; öylesi ‘küçük’ tahrifler ışığında, Said Nursî’yi ‘19. asır kalıplarına sıkışmış, bilimci, kuru bir determinizme saplanmış bir skolastik düşünür’ imiş gibi sunmaya gayret edebiliyordu. Söz konusu makalede, bu tavır o denli bariz olmasa idi, bizler—maalesef bazı müslüman aydınların da paylaştığı—bu yanlışı tashihi de hedefleyen ilgili denemelerimizi belki de yazmış olmayacaktık. (Bu çerçevede, Prof. Mardin’in yakında Türkçe’ye çevrileceği söylenen ilgili kitabını, elinizdeki kitap ile beraber okumanızı tavsiye ediyoruz).
Kitabımızın üslûbu, genelde, bu kabil çalışmalarda daha çapraşık bir dil görmeye alışık olanlar için belki yadırgatıcı gelebilir. Fakat, eldeki bir hakikati olabilen en sade ifadeyle anlatmayı esas bilen; ve W. H. Auden’in dediği üzere, ‘güzelliği sadelikte bulan’ insanlar olarak, başka türlü de yazamazdık.
İstanbul, Ekim 1990
Dr. Yamina Bouguenaya
Metin Karabaşoğlu
Senai Demirci