‘BÜYÜK ŞEYLER’İN CAZİBESİ, bize ‘küçük şeyler’in önemini unutturur çoğu kez. ‘Nisyan’la kardeş olan insan, onları ya hepten unutur; yahut ayrıntı der, geçiştirir. Halbuki, şeytan da, melek de ayrıntıda gizlidir. Koca kâinatın Allah’ın mülkü olduğunu kabul eden nice insan, Kur’ân’ın açık beyanıyla, o kâinat içindeki ‘küçük şeyler’i Rabbine vermediği için şirk derelerine düşer. Bir çorabın ucundaki küçük bir kaçığın gün gelip o nesneyi çorap olmaktan çıkarması gibi, gün gelir, ‘küçük şeyler’de yaşanan gafletler bizi büyük uçurumların eşiğine getirir.
Bu bakımdan, Rabbimiz, ‘küçük şeyler’in büyüklüğünü dair uyarıda bulunur bize. Sivrisineği veya ondan da küçük birşeyi delil getirmekten haya etmediğini bildirir. Ki, çokları bu kabil şeyleri ‘cüz’iyat’ sınıfına görmüş; sonra da “Cüz’iyata ilm-i ilahî taalluk etmiyor” sonucuna ulaşarak şirk kapılarını ardına dek açmışlardır.
Zerre kadar hayrın, zerre kadar şerrin de hesabının tutulduğunu bildirir Rabb-ı Rahîm. Ki, çokları şerliler dünyasına ‘küçük şerler’le adım atmışlardır.
Öte yandan, küçücük bir çiçekteki sanat, koskoca Güneşte görülen sanattan daha aşağı değildir.
Aslında, küçük şey yoktur zaten. Şu kâinatta herşey herşeye bakar; dolayısıyla her bir şey herşey kadar değerlidir. Koca kâinat küçücük zerre tuğlaları üzerine bina edilir. İnsan apartmanı, gözle görülemeyen hücre tuğlalarından yapılmıştır. Ve, o koca binayı alaşağı eden, çoğu kez, küçücük mikroplar yahut virüslerdir. Hem, küçük bir vidası koptuğu yahut incecik bir teli yandığı için âtıl kalan nice makine vardır.
Kısacası, küçük şeyler, sonuçları itibarıyla hiç de ‘küçük’ değildir. Gündelik hayatta küçük ve sıradan deyip geçtiğimiz şeyler, işte bu yüzden, belki de hayatımızın en kritik olayları ve konularıdır.
Elinizdeki küçük kitabın kısacık yazıları, işte bu gerçekten hareketle doğmuş bulunuyor. Eksenine, dünyanın fani yüzündeki sözümona ‘büyük’ meseleleri değil, şu dünyadaki tercihine göre ebedî bir cennete veya cehenneme muhatap olacak ‘küçük dünya’ların zahiren ‘küçük’ meselelerini alıyor. Küçük konular üzerine, küçük ve ‘sıradan’ bir kitap; kısacası...
Bu kitabın, küçüklüğüne karşılık Samed âyinesi olabilen kalblerde bir ma’kes bulacağını ümit ediyor; bilvesile bu ‘küçük’ kitaba emeği geçen nice gönüle ve akla binlerce teşekkür ediyorum.
Elbette, bizi böylesi duyarlı kalbler ve uyanık dimağlar ile muhatap eden Rabb-ı Rahîm’e hadsiz şükür; ve O’nun Resul-i Ekrem’ine (a.s.m.) salât ve selâm görevini unutmadan.
METİN KARABAŞOĞLU
İstanbul, 1997