MÜSLÜMAN BİR ÇEVREDE doğmadığı halde kendi arayışı ve tercihi ile İslâm’ı seçenlerin—bir diğer ifadeyle, ‘ihtida edenler’in yahut ‘hidayete gelenler’in—ihtida süreci, her zaman dikkatimi çekmiştir. Bu noktada yalnız olmadığımın da farkındayım. Lâkin, yakın zamana kadar, daha ziyade ‘ikinci elden’ aktarılan ihtida öyküleriyle karşılaştım. Beri tarafta ilkgençlik günlerimden itibaren İslâm toplumlarının fertleri olarak son asırlarda Batıya karşı geri kalmışlık psikolojisi içerisinde girdiğimiz bazı halet-i ruhiyeleri çözümleme imkânı da bulduğumdan, bu ihtida öykülerine belli bir ‘acaba?’ payı düşerek bakageldim. İslâm’ı seçen kişinin kendi dilinde anlattığının, aktarıcı tarafından Türkçe’ye ne kadar ‘aslına uygun’ biçimde taşındığı sorusunu hep korudum. Bazı gözlemlerimin de beslediği böylesi şüpheler yüzünden, ‘ikinci elden’ duyduğum yahut okuduğum ihtida öykülerine, tam bir gönül huzuruyla yaklaşamadım.
90’ların son senesinde interneti kullanmaya başladığımda, bir İslâm âlimi hakkında internet üzerinden bilgi toplamaya çalışırken ulaştığım sitelerden birinde karşılaştığım Nuh Hâ Mim Keller imzalı ihtida öyküsü ise, böylesi soru ve şüphelerin uzağında idi. Çünkü, ‘birinci elden’ bir öyküydü okuduğum. Katkısızdı. Saf ve katışıksızdı. İhtida eden kişinin kendi diliyle ve kendisi tarafından yazıldığı için, o güne kadar yüzyüze geldiğim ihtida öyküleri karşısında taşıdığım şüpheleri bu öyküye de yansıtamadım. Uzun bir öyküydü okuduğum; bir o kadar da güçlü, sıcak ve derinlikli idi.
Bir muhtedinin kendi eliyle kaleme aldığı bu ihtida öyküsünün tadı damağımda kalmış olacak ki, henüz internet ormanında nasıl yol bulunacağını gereğince öğrenememiş biri olarak, arama motorlarında ‘ihtida öyküleri’ taşıması muhtemel kelimeleri yazıp çıkan binlerce liste içinden bir sonuca ulaşmayı göze almam gerekti. Ama bir müddet sonra bazı İslâmî sitelere ulaştığımda, aradığım şeyleri bulmanın zevkini yaşadım. Böylece, ilk elde bilgisayarıma yirmi civarında ihtida öyküsü indirmiş, okuduklarımın bana verdiği heyecanı ve zihnimde açtığı ufukları eşimle ve arkadaşlarımla paylaşmaya başlamıştım.
Keşfettiğim bu yeni dünyaların aydınlık ve öğretici ruh hali, beni başkaca ihtida öyküleri daha aramaya sevketti. Sonuçta, on aylık bir süre içinde, her biri başka bir renk, tat ve ufuk taşıyan ikiyüzü yakın ihtida öyküsüne ulaştım—ki, hâlâ daha, yeni yeni öyküler keşfetmekteyim.
Doğrusu, ihtida öyküleri için keşif yolculuğuna çıktığımda, özelde bir ‘kitaplaştırma’ düşüncesi aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ancak, bu öyküleri okuyup da eş-dostla paylaşmaya başladığımda edindiğim izlenimler, bana, bunları kitaplaştırmanın birkaç açıdan hayra medar olacağını düşündürdü. İlk olarak, bunun, hayallerinin ve ümitlerinin üzerinden tank geçmiş şu coğrafyadaki ehl-i dine hem bir kuvve-i maneviye, hem ümit, hem de ders vereceğini anladım. İkincisi, yakînen haberdar olduğum bir vâkıa, şu ülkede yaşayan pek çok insanın—özelde pek çok gencin—hakikati arama, bulma ve yaşama sürecinin, Kanada’da, Fransa’da yahut Avustralya’daki bir gençten daha az çileli olmadığı şeklindeydi. Bu ihtida öykülerinin, bu ülkede bir hakikat arayışı içinde olanlara söyleyeceği şeyler vardı. Artık Âmine ismini almış bulunan; internet üzerinden, chat odasında kelime-i şehadet getiren; ve imanî bir heyecan ve tasavvurla güzel bir web sitesi hazırlamış bulunan İzlandalı Sigrún kardeşimiz, kendi sitesinde kendi ihtida sürecinde internet üzerinden okuduğu ihtida öykülerinin çok yararını gördüğünü belirtiyordu. Âmine (Sigrún) kardeşimiz için geçerli olanın, şu ülkenin ‘yollarda’ki insanları için de pekâlâ geçerli olmalıydı.
Bu düşüncelerle, internet üzerinden keşfetmiş olduğum, büyük çoğunluğu doğrudan muhtediler tarafından yazılmış ihtida öykülerini adım adım tercümeye başladım. Bir yandan da, tek bir kitaba sığmayacağı ortada olan, aralarında seçim yapmaya da kıyamadığım bu öyküleri nasıl bir tasnife tâbi tutacağım sorusuyla meşgul oluyordum. Ülke ülke mi ayırmalı, ihtida ediş vesileleri itibarıyla mı tasnif etmeli, hanım-erkek diye mi bölmeli.. derken, her türlü tasnifin bu öykülerdeki fıtrîliğe, zenginliğe ve çeşitliliğe halel vereceğini keşfettim ve hiçbir tasnife gitmedim. Bu karara ulaştığım dönemde, ilk etapta “İhtida Öyküleri” olarak düşündüğüm asıl başlık ‘alt-başlık’a dönüşmüş; yerini “Yollarda” başlığı almış durumdaydı. “Yollarda” idi karar kıldığımız kitap başlığı; zira, hakikatin birliğine mukabil, ona götüren yolların çokluğunu görmüştük. Bu çeşitlilik ve zenginliği, kesinkes vurgulamak gerekiyordu.
Bu süreçte, derlediğim ihtida öykülerinden, yalnızca Türkiye’de zaten biliniyor olanlarını devredışı bıraktım. 1900’lerin başında Müslüman olan ve ihtida öyküsünü onaltı-onyedi yıl önce Osmanlıca bir kitapta gördüğüm Lord Headley el-Fâruk’tan Meryem Cemile’ye, Muhammed Ali’den Yusuf İslâm’a uzanan birçok ismin ihtida öyküsü, bu sebepten dolayı, bu kitaplarda yer almayacak.
Ayrıca, bu kitap dizisinde bazı şöhretli simalar mevcut da olsa, şöhret-eksenli bir tasnife gitmemeyi özellikle tercih ettim. Bu kişilerin şöhretin içinden kopup da İslâm’ı seçmelerini elbette takdirle karşılıyorum; ama onların ihtida edişi üzerinden, ehl-i dinin ‘sansasyon’u gözeten sunumlar yapmasının ciddi zaaflar taşıdığı kanaatindeyim. Onbeş yaşında, çevresinde tek bir müslüman olmayan bir genç kızın veya delikanlının yaşadığı arayış veya altmışını aşmış bir insanın tecrübe ettiği ihtida süreci, bana sansasyonel öykülerden çok daha öğretici gözüküyor. Zira, meşhur insanların ihtidaları, nefislerimiz tarafından, ‘bir uçtan bir diğer uca geçiş’ gibi görülerek gözardı edilebilir. ‘Sıradışı’ bir hayat yaşayan insanlardan her türlü sıradışılık bekleyebiliriz çünkü. Oysa, bizim yaşadığımız hayatı yaşayan; ‘sıradışı’ değil de, bizler gibi ‘sıradan’ olan insanların ihtida süreci, taşıdığı benzerlikler itibarıyla, kendi hayatlarımıza doğrudan dersler taşıyor!
“İhtida öyküleri” dizisinde yer alan öykülere dikkat edildiğinde, büyük kısmının 90’lı yıllara ait olduğu; keza çoğunluğu hanımların teşkil ettiği görülecektir. Her iki durum da, bir vâkıadan kaynaklanıyor. İlki, aynen İslâm’ın ilk döneminde olduğu gibi, İslâm’a yönelişin ‘ferd ferd’ olmaktan ‘fevc fevc’ oluşa doğru izlediği seyirden kaynaklanıyor. Ve, İslâm’ın kadını ezdiği, eve hapsettiği.. gibi asırlardır süren modern yargılara rağmen, İslâm’ı seçenlerin beşte dördünü hanımlar teşkil ettiğinden, elbette, “İhtida Öyküleri”nde de hanımlar başı çekiyor.
Allah ne gösterir bilemeyiz ama, ihtida öyküleri dizisini şu an için beş kitap olarak tasarladık. Bu öykülerin en güçlü ve en güzel tarafını ise, ‘içtenlikleri’nin teşkil ettiği kanaatindeyim. Bu öyküler, bir editörün elinden geçerek yazılmış olsalardı, belki çok daha süslü ve hoş ifadeler taşıyabilirlerdi; ama bu kadar sıcak ve içten olmazlardı. Gerçi, zaten bir gazeteci ve yazar olan Süleyman Ahmed’in öyküsünde görüleceği gibi, çok duru bir İngilizce’yle yazanlar yok değil; ama Norveçli Elizabeth Zanabi veya İsveçli Joakim gibi, çat-pat İngilizce’yle halini anlatmaya çalışan insanların ifadelerinde de—bütün dil problemlerine rağmen—bir sıcaklık buluyor insan.
Bu bakımdan, her metin tercüme esnasında asıl halinden kaçınılmaz olarak birşeyler yitirse bile, mümkün mertebe olduğu gibi aktarmaya çalıştım. Zayıf ifadeleri süsleme, birkaç anlam taşıyan kelimelerin tercümesi hengâmında Türkçe’deki en ağdalı ve süslü karşılığını tercih etme türünden işlere girişmedim. Bu öykülerin taşıdıkları sadelik ve hasbîliği bozmama konusunda özel bir gayretim oldu. Sonuçta ortaya dürüst ama güzel bir tercümenin çıktığını umuyorum.
Maamafih, bazı muhtediler özelde kalem tutan insanlar olmadıkları, aslen İngiliz veya Amerikalı olmayan muhtedilerin bir kısmı da çat-pat İngilizce ile yazdıkları için, bu durumdaki öykülerin okuyucuları rahatsız etmesi muhtemel birtakım kopukluklarına veya ifade problemlerine müdahale ettim. Ancak, bu müdahaleyi asıl metin içine taşımakla birlikte, kolayca ayırt edilsin diye, metin içinde [ ] köşeli parantez içine alarak gösterdim. Böylece hem dilde akıcılığı, hem de aslına uygunluğu beraberce taşıyan metinler ortaya çıkmasına gayret ettim. Bu arada, değişik sitelerde, aynı kişilerin ihtida öykülerinin farklı versiyonları mevcuttu. Bunlardan yalnız birini tercih edebilirdim; ama safdışı edeceğim versiyonda da, diğer versiyonda bulunmayan güzel tahliller sözkonusuydu. Böylesi durumlarda, bu cümleleri de diğer versiyona dahil ederek, aynı kişiye ait birden fazla versiyonu—kendimden birşey ilave etmeden—birleştirdim. Birinci kitaptan Celine Leduc’ün öyküsü, bunun bir örneğidir.
‘Dönmek’ tabiri, ondan türetilen ‘dönek’ sıfatı ve yine ondan hareketle isimlendirilen ‘Dönmeler’ cemaati dolayısıyla Türkçe’de hoş bir çağrışım taşımadığı için, ‘to convert’ veya ‘to revert’ ifadesini Türkçe’de ‘ihtida’ veya ‘İslâm’a gelme’ suretinde; ‘convert’ veya ‘revert’ü ise ‘muhtedi’ suretinde karşılamayı tercih ettim.
Öte yandan, birçok muhtedi, “Her çocuk fıtrat üzere doğar; sonra annesi babası onu Hıristiyan, Yahudi, Mecusî yapar” şeklindeki hadisle dikkat çekilen fıtrat-İslâm denkliğini vurgulama bâbında, kendisi için ‘convert’ yerine ‘revert’ ifadesini tercih ediyor. Yani, kendilerini ‘İslâm’a dönen’ değil de, ‘yeniden İslâm’a dönen,’ ‘yaratılmış oldukları fıtrata yeniden dönen’ insanlar olarak görüyorlar ve öyle de görülmek istiyorlar. Bu tercihteki kasd-ı mahsusu muhafaza için, ‘my reversion’ kabilinden ifadeleri ‘İslâm’a yeniden gelişim’ suretinde karşılamayı uygun buldum.
Ayrıca, hemen her muhtedinin, öyküsünde, İslâm kardeşliğini ifade için, başkaca mü’minlerden söz ederken onlara ‘brothers’ veya ‘sisters’ diye atıfta bulunduğunu gördüm. İngilizce’deki bu nüansı doğrudan karşılamak Türkçe’de mümkün olmasa da, bu ifadelerdeki kardeşlik ve sıcaklığı gözardı etmek de istemediğim için, “brothers’ için ‘Müslüman kardeşler,’ ‘sisters’ için ise ‘Müslime kardeşler’i tercih ettim. Özelde Hıristiyanlık içinde bir kavramsal boyut taşıyan ve bazı öykülerde sıkça kullanılan ‘confirmation,’ ‘redemption’ gibi Türkçe’de doğrudan kavramsal karşılığı bulunmayan, sözlük anlamı ise yeterli gelmeyen kavramları açık anlamı ile genişleterek verdim. ‘Trinity’yi Teslis olarak çevirirken; ‘Bible’ı Kitab-ı Mukaddes, ‘Old Testament’ı ‘Eski Ahid,’ ‘New Testament’ı ‘Yeni Ahit,’ ‘Gospel’ı ‘İncil’ olarak çevirdim. Kısacası, temelde aynı şeye işaret ediyor da olsalar, metinlerde tercih edilen kavramsal nüansları Türkçe çeviriye taşımaya çalıştım. Bunların yanısıra, gerekli yerlerde [Haz.] kaydıyla birtakım açıklayıcı dipnotlar düştüm.
Bu öykülerin büyük kısmının ABD menşe’li olduğu görülecektir. Bunun bir sebebi, bu ülkenin internet kullanımına ilk başlayan ülke olması. Bir diğer sebep, internetin—deyim yerindeyse—anadilinin İngilizce olması. Bir üçüncü sebep ise, bu ülkenin ihtidalar noktasında gerçekten ciddi bir potansiyel taşıyor olması. Maamafih, meselâ İsveççe’de on civarında ihtida öyküsü keşfetmiş de bulunuyorum. Almanca, Felemenkçe, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Japonca, Çince.. İslâmî siteler ve kişisel web sayfaları arasında dolaşma imkânımız bulunsaydı, herhalde sair ülkelerden olanların listedeki oranı herhalde biraz daha yükselirdi. Bu noktada ise, bir dördüncü sebep devreye giriyor: “Yollarda: ihtida öyküleri” kitaplarını yayına hazırlayan kişi olarak, benim yalnızca İngilizce biliyor oluşum.
Her hâlükârda, bu haliyle de, bu kitapların okuyucuyu ‘yeni dünyalar’ın keşfine götüreceğini, bu arada kendi iç dünyalarımızda ciddi sorgulama ve açılımlar getireceğini ümit ediyorum. Bu sorgulama ve açılımlar hanesinden kendi payıma düşenleri ise, dizideki her bir kitabın başında yer alacak olan ve her biri belli bir noktada yoğunlaşacak şekilde tasarlanan ‘giriş’ yazılarına taşımayı planlamış bulunuyorum.
Hepimizin ‘arayan’lar, ‘bulanlar’ ve de, ‘kaybetmeyenler’ cümlesine dahil olması duasıyla.
METİN KARABAŞOĞLU
7 Temmuz 2000