Milliyetçilik bahsinde ince bir çizgi

Veysel Türk

‘Milliyetçilik’ ile ‘milletini sevmek’ arasında ilk bakışta hemen fark edilemeyen kalın bir çizgi vardır. Aralarında dağlar kadar fark olmasına rağmen algı bu çizgiyi göremeyebilir.


AŞIRI STERİLİZE edilmiş ortamlar kendilerine has güçlü mikroplar üretirler. Bundan dolayı ameliyathaneler tertemiz olmalarına rağmen güçlü virüslerin üreyebildiği ortamlardır.

Şeytan takvada çok ileri gidenleri yoldan çıkarmak için çok daha spesifik yöntemler kullanır. Takva arttıkça şeytanın aldatmak için kullandığı yöntemler de değişir; kişiye çok zor farkedebileceği oyunlar oynar ve kişiyi ayartmak için ayartıcılığının dozunu giderek arttırır.

Yükseklik fobisi olanlar için bir metre yükseklik bile onlar için korkulacak bir irtifa hükmüne geçebilir. Milliyetçilik mevzûnda da böylesi vakalarla karşılıyoruz. Bazılarının ırkçılıkla ilgisi olmayan hususları dahi ırkçılıkla ilintilendirmesi böylesi bir duyarlılıktan kaynaklanıyor olsa gerektir.

Bir zaman milliyetçilik bahsinde çok titiz bir kısım arkadaşlarımın bu hassasiyetlerini tebrik etmekle beraber onlara demiştim ki:

‘Milliyetçilik’ ile ‘milletini sevmek’ arasında ilk bakışta hemen fark edilemeyen kalın bir çizgi vardır. Aralarında dağlar kadar fark olmasına rağmen algı bu çizgiyi göremeyebilir.

Bunu kendilerine hatırlattığımda bana karşı çıkarak; “Biz bu illetten korunmak için bunun gibi milliyetçilik kokan bütün fikirleri toptan reddediyoruz” demişlerdi. Cidden bu hal o zamanlar beni kara kara düşündürmüştü. Sütten ağzı yananlar… misali, onların bu mevzûdaki hassasiyetlerini elbette anlayabiliyordum; ama biz meseleyi sadece duygusal hassasiyetler bağlamında ele alamazdık. Bu mümkün değildi.

Bu konuda benim de yanılma ihtimalimi uzak görmeden, kalın çizgi dediğim durumdan sarf-ı nazar ederek; daha ince bir çizgiden bahsederek, milliyetçilik bahsinde bütüncül bakışın yoksunluğundan kaynaklanan bir iltibasın, veya yapılan bir yanlışlığın, farklı bir vechesini gündeme getirmek istedim.

“Şanlı tarihimiz” diye başladığı sözlerle ecdadını övmeye başlayanların bu hamasi duygularını milliyetçilik illeti olarak gördüğü için acımasızca eleştiren bazı arkadaşlar, bu konudaki mutlak ifadelerinde hatalı olabilirler. Çünkü “şanlı tarih” söz konusu olduğunda gösterilen hamasetin kaynağı illa ki milli değil, ümmet hamaseti de olabilir. Bu konuda hiçbir kimsenin kalbini yarıp bakma imkanı olmadığına göre bu mevzuyu illa milliyetçilik illetiyle bağdaştırmak insafsızlıktır. Onların gözünde belki “Fatih Mehmet Han” kim ise, “Selahaddin-i Eyyübi” de odur; kim bilebilir?

Biz ırkımızdan olmasalar dahi İslami hizmetleriyle maruf bildiğimiz kişileri veya toplulukları ecdadımız olarak biliyor ve öyle kabul ediyoruz. Ve onların hatıralarını hafızalarımızda hep taze tutuyoruz. Asr-ı saadet ne kadar bizimse; Emeviler de, Abbasiler de, Eyyübiler de, Harzemşahlar da, Gazneliler de o kadar bizimdir; aynı şekilde Osmanlılar da bizimdir. Yanlışlarıyla doğrularıyla bizimdir.

Her ne zaman tarihimizden hamasi duygularla söz edilse birileri hemen bu hali milliyetçilik olarak algılıyor ve; “onların yaptıkları sizi kurtaramaz, onların yedikleriyle siz doyuyor musunuz?” türünden eleştirilerle savunmaya geçiyorlar.

Geçmişimizdeki salih zatların kendi nesebleri için ettikleri dualar o kadar çoktur ki, “bu duaların kimseye faydası olmaz” şeklindeki bir iddiayı sanmam ki hiç kimse dile getirmeye cesaret edemez. Bununla ilgili ayetlerden ve hadislerden misaller aşağıda gelecektir.

"Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez" (İbn Mâce, Mukaddime 17, Hadis no: 225)

Bu hadis-i şerif amel noksanlığını eleştirirken, amelde berdevam olanların da bu kapsama girip girmemesinden söz etmez. Yani, salih amellerde bulunan kimselerin bu yaptıklarının, kendilerinden sonraki neseblerine hiçbir faydasının olmadığı hususu mutlaklaştırılamaz. Tam tersi faydası olabilir; ancak yine, bu husus da aynı şekilde mutlaklaştırılamaz. Her iki tarafın da istisnaları vardır. Her iki tarafla ilgili misaller de vardır.

Mesela, Hz. Fatıma ahirette (r.anha) Hz. Peygamber aleyhisselatü vesselamla birlikte olmak istediğin kendisine söyleyince, ona hitaben: “Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!” (Müslim, Salât 226)  buyurduğu hadis-i şerif bu türdendir; ki burada dahi amelsizliğe bedel çokça amelin faydası olacağına bir işaret vardır. Yine Hz. Nuh aleyhisselam’ın hanımı peygamber eşi olmasına rağmen gemiye binenler arasında değildi. Bu istisnaların kadere ait keyfiyetleri Allah’a havale edilir. Allah, sebep ile müsebbibi birlikte takdir eder.

Kur’an-ı Hakim’de Hz. Musa aleyhisselam’ın yaşadığı bir macerayı zikreden Kehf suresinde şöyle bir ayet geçiyor:

"Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı; BABALARI DA İYİ BİR KİMSEYDİ. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin içyüzleri budur."

Bu ayette, o yetimlerin babalarının iyi bir kimse olmasının onlara dokunan bir faydasından söz ediliyor.

Diğer bir ayet-i kerimede;

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrâhim Sûresi 40)

Bu ayette ise Hz.İbrahim aleyhisselam’ın kendisinden sonraki nesli için yaptığı bir dua var. Halbuki Hz. İbrahim (a.s) bu duayı yaparken soyundan gelecek kişilerin namaz kılıp kılmayacaklarını bilmiyordu. Şimdi “bu duanın onlara hiçbir faydası olmaz” şeklindeki kat’i bir hükmün doğru olması düşünülebilir mi? Zaten bir sonraki ayeti, üstelik her namazımızın sonuna anne-babamız ve bütün müminler için bizler de okumuyor muyuz?

“Rabbenağfirliy ve li valideyye ve lil mu’miniyne yevme yekumül hisâb”

Sözünü ettiğimiz hâl, amelsizlik halinde erişebileceğimiz bir nimetten bahsetmiyor; bilakis, amel etmekle beraber, hakkımızda yapılan dualar vesilesiyle eriştiğimiz veya erişeceğimiz nimetleri Rabbimizin bir lütfu olarak değerlendirmemiz gerektiğini anlatıyor. Bizden önceki salih zatların bizlere ettiği duaları bizler de evlatlarımız için etmiyor muyuz?

Yoksa elbetteki nesebimiz ameldeki noksaniyetlerimizi tolere edecek değildir. Belki neseb amelle beraber kıymetlidir. Tıpkı Ehl-i Beyte mensub olanların misali gibi. Kaldı ki burdaki Ehl-i Beyt kavramına Peygamber aleyhisselatü vesselama ittiba eden bütün müminlerin dahil olduğuna dair yorumlar da vardır.

Yine Peygamber aleyhisselatü vesselam bir hadis-i şeriflerinde; kendisinden binlerce yıl önce yaşamış Hz. İbrahim aleyhisselama atıfta bulunarak;

"Ben, babam İbrâhim'in duâsıyım..." (İbni Hişâm, Sîre: 1/175; Taberî, Tarih: 2/128) buyurmuştu. Hz. İbrahim (a.s)’ın duası şöyleydi:

"Ey Rabbimiz! Neslimizden gelen Müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder. Ki o, onlara âyetlerini okusun, Kitabı ve hükümlerini öğretsin. Onları günâhlardan temizlesin!" (Bakara-129)

Biz geçmişimizi hayırla yad ederiz. “Ölülerinizi hayırla yad ediniz” hadis-i şerifine imtisalen onları severiz, hatırlarız. Geçmiş asırlardaki hayırlı ve salih kişiler olduklarına hüsnüzan ettiğimiz kişilerin ve toplulukların hizmetlerini, kendileriyle nesebi yakınlığımız olmasa dahi, din kardeşlerimiz olmaları hasebiyle alkışlarız; ve onların maceralarını çocuklarımıza naklederiz. Bu halin ırkçılık ile hiçbir ilgisi yoktur.

Mevzuyu sadece ayet ve hadislerden misallerle temellendirdik; halbuki selef-i salihinden bu konuyla ilgili o kadar çok misal varki, onları da zikretmeyi zaid gördük.

  25.12.2017

© 2021 karakalem.net, Veysel Türk



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut