KÜÇÜK OLAYLAR

İlm-i hal

AKŞAM YORGUN BİR ZİHİNLE KANALLAR ARASINDA DOLAŞIRKEN, SORU-CEVAPLI BİR PROGRAMA TAKILDI DİKKATİ. DİNÎ BİR PROGRAMDI BU. STÜDYODA, SEYİRCİLİ BİR PROGRAMDI. ORADAKİ İZLEYİCİLER SORU SORABİLDİĞİ GİBİ, TELEFONLA VEYA İNTERNET ÜZERİNDEN DE SORU İLETİLEBİLİYORDU.

“Ne tür sorular acaba?” diye epeyce izledi. Sorular, “Su içmek abdesti bozar mı?”,, “Gülmek oruca engel midir?” düzeyinde ilerliyordu; üzüldü...

* O ara, sarhoş iken hidayet bulup mürşid olan Bişr-i Hâfî’nin kızkardeşinin fıkha dair bir sorusu düştü aklına.

* İlk kez, Abdülkâdir-i Geylânî’nin bir kitabında okumuştu bu soruyu. Sonra, başka birkaç kitapta da görmüştü. Soru da, cevabı da çok manidardı.

* Bir vakit Bağdat’ta bir kadın büyük âlim Ahmed b. Hanbel’e gelip, sultanın sarayının bahçe duvarını aydınlatan kandillerin altında mahallenin kadınlarının geceleri toplanıp yün eğirdiklerini; sultanın sarayının bahçesindeki kandillerin altında yün eğirmenin caiz olup olmadıığğını sormuştu.

* Soru, hür iradeyle yapılan bir biatın sonucu olmayan, hak edilmemiş bir iktidarla başa geçen ve orada da lüks ve israf içinde yaşayan bir kişinin sarayına dairdi; ve çok açılardan muazzam bir hassasiyetin izini taşıyordu.

* Cevap da soru kadar dikkat çekici idi ama. Ahmed b. Hanbel, doğrudan cevap vermek yerine, soru soran kadına kimlerden olduğunu sormuştu. O “Bişr-i Hâfî’nin kızkardeşiyim” deyince, şu cevabı vermişti: “Başka kadınlara caiz olabilir, ama Bişr-i Hâfî’nin kızkardeşine caiz değildir.”

* Muhataba göre cevap dersi de içeren bir hatıraydı bu.

* “Nerede şimdi öyle sorular, öyle cevaplar” diye hayıflandı o gece boyu. Bir medeniyeti inşa eden sorulardı bunlar; bugünün soruların da, inşa edemeyişin cevabı saklı diye akıl yürüttü.

* Yatağa giderken zihninde “Fıkıh programlarında sorulmayan sorular” diye bir başlık vardı.

* Uyudu.

* Yine televizyonu açmıştı, yine bir fıkıh programı izliyordu, yine sorular ve cevaplar vardı.

* Stüdyoda bir izleyici, şunu sormuştu meselâ: “Hocam, geçen hafta bir arkadaşım benden yüklüce bir borç para istedi. Müsait bir vakitte temin edip verdim. Sonra, ‘Eee, bir yemek ısmarlarsın artık’ diye bir lâf çıktı ağzımdan, o da ısmarladı. Ama içime bir kurt düştü: Borç verdiğin kişinin sana ısmarladığı yemek faize girer mi? Ben şimdi faize mi bulaştım?”

* O sorunun cevabından sonra, bir başka izleyici söz aldı. Izdırabı yüzünden okunur halde, “Hocam bugün içim içimi yedi, çok rahatsız oldum” dedi ve yaşadığı olayı anlattı: “Bizim tarafa kırmızı yandığı halde heves edip geçtim, yan taraftan gelen araba bu yüzden benim arkamda kaldı ve bir sonraki ışıklarda ben yeşilde geçtim, o kırmızıda kaldı. Neticede onun hakkını yedim ve onun en az bir dakikasını çaldım. Bu da günaha girer mi? Onun vaktini çalarak bir nevi hırsızlık mı yapmış oldum şimdi?”

* Bir telefon bağlantısı gerçekleşti sonra. Bir kadın, en büyük hobisi oltayla balık avlamak olan kocasıyla yaşadığı tartışmayı anlattı. “Neticede o balıkları kandırıyor, besliyor gibi gösterip avlıyorsun, bu yaptığın da yalancılığa ve aldatmaya girer diyorum; o itiraz ediyor. Siz ne diyorsunuz hocam?”

* Bir başka ses, başka bir soruyu soruyordu telefonda: “Bazan sırf keyif olsun diye arabaya bindiğim, öylesine gezdiğim oluyor. Ama biliyorum, bizim arabalarımızdan çıkan o zararlı gazlar atmosferde birikiyor, ozon tabakasını deldiği gibi, yağmur ormanlarına, ormanlarda yaşayan canlılara zarar veriyor. Hatta Afrika’da yaşanan kuraklıkla bu durum arasında da irtibat var. Şimdi şunu merak ediyorum: Zaruret olmadan sırf keyif için kullandığım zamanlarda arabamdan çıkan zehirli gazlardan dolayı o mahlukata karşı benim bir sorumluluğum var mı?”

* Benzer bir soru, yemeğe ve temizliğe düşkün bir hanımdan, fazla yağ, fazla deterjanla ilgiliydi. “Deniz dibindeki balıklar, Hesap Günü acaba benden davacı olur mu?” diye soruyordu.

* Derken, internet üzerinden bir soru gelmişti programa. Belediyede ruhsat işlerinden sorumlu bir yetkili soruyordu: Kimi tek, kimi iki katlı evlerden oluşan, bahçeli bir muhit var. Orada bir müteahhit on katlı bir apartman için başvurdu, üzerimde de ruhsat için bir baskı var. Ama durumu da biliyorum. O apartman yapılınca sabah sağdan beş binanın, öğleden sonra soldan beş binanın güneşi kesilecek. Bu, kul hakkına girer mi? Mes’ul olur muyum?”

* Yine internet üzerinden gelen bir başka soru ise, bir numarayı telefona kaydetmek istediğinde karşısına çıkan “Yeni kişi yarat” seçeneğiyle ilgiliydi. Bu söze karşı dilinden veya en azından kalbinden bir ‘estağfirullah’ çıkmazsa, en büyük günah olarak şirke bir şekilde bulaşmış olup olmayacağını soruyordu.

* Derken, yine stüdyodan bir izleyici evinde beslediği kediyle ilgili bir soru yöneltiyordu: “Evimizde besleniyor, ama sokağa da çıkıyor. Evde iyi beslenen bir kedi olarak, sokaktaki diğer kedilerle kavgaya tutuşup daha kuvvetli olduğu için onları dövüyorsa diye endişeleniyorum. Ne yapmam lâzım?”

* Sorular ve cevaplar bu minvalde ilerliyorken, uyandı. Sabah ezanı okunuyordu.

* “Keşke” diye bir kelime çıktı ağzından. “Keşke rüya olmasa; gerçek olsa keşke...”

* Abdest alırken, aklında “Nerede o soruları soracak olanlar ve nerede öyle cevap verecek olanlar?” diye bir hayıflanma vardı.

* Ve sabahın o vaktinde yine, bazıları ışığın, bazıları gölgelerin peşindeydi.

* Ve hayat devam ediyordu...

  08.12.2015

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut