Dere yatağı…

BİZİM BİR deremiz vardı. Duru akardı. İnce bir sancı gibi kıvranırdı vadilerin koynunda.

Dokunulmamıştı. Kaynağından geldiği gibiydi. Sevmiştik. Sevindirirdi bizi her uğradığımızda. Kâğıttan gemilerimizi yüzdürürdük gölcüklerinde. Balıkları vardı. Ve küçük yengeçleri ve körpecik yosunları. Serinlik kokardı. Denize koşardı. Minnetsizdi. Almaz; verirdi. Gücünü duruluğundan alırdı. Güç ve iktidar tutkusuyla bulanıklaşmış değildi. Berraktı. Neyse oydu. İçi dışı birdi. Çakıl taşları ve kumları görünürdü dibinde. Evrensel bir mesajı taşımanın istiğnası vardı yüzünde. Sağa sola yalvar yakar olmazdı. Çoğaltma tutkusu yoktu. İnce ama kopmazdı. Çağıltısıyla hayat sunardı. Çağlayanlardan dökülürken celallenirdi. Ovalarda duru bir ayna güzelliğine bürünür, munisleşirdi. Taşları bile eriten bir yumuşak bakıştı.

Bir ara kurur gibi oldu dere. Öyle sandılar. Suları görünmez oldu; yer altına çekilmiş olmalıydı. Sesi kısılmıştı sadece. Debisinden bir şey kaybetmiş olamazdı. Kaynağı sağlamdı. Kur'ân'dı. Vahye ses olmak için akmaya başlamıştı. Dolu doluydu. Akışı kararlı.

Tam o sıra biri geldi. Dere yatağına gecekondu inşa etti. O sessizliği fırsat bildi. Yok saydı suları. Derenin güzelleştirdiği yamaçları kendi manzarasına kattı. Derken büyüdü gecekondu. Dere sakinlerini de büyüler gibi oldu. Betonlar ağırlaştıkça dere yatağında dereyi de unutturdu. Katlar çoğaldı. Apartmanlar kuruldu. Sonrası malûm. Site kuruldu. Devlet olundu. Dere “geçmiş”e gömüldü. Suyun ince sesini hoyrat gürültüler boğdu. Elden düştü nezaket. Şehirli istilası genişledi de genişledi.

Oysa su dupduruydu. Bir; kimseye dilenci değildi su. İstiğna ile akıyordu. Alan değil veren olmak üzere yürüyordu. Bir güce yaslanmayı çirkin bilirdi; bu da iki. Sözün gücüne iman ederek yola çıkmıştı. Gücün sözüne iman etmek Muhammedî değildi. Çirkindi dar vakitlerin pratiğine gönül vermek. İlkeydi önemli olan. Çünkü herkes bu dereden içmeye muhtaçtı. Kimse uzağında duramazdı. Kimseler tekeline alamazdı. Kimseler markalayamazdı. Su, herkesin dudağı içindi.

Bir gün bir şey oldu. Beklenen gün o gün olmalıydı. Kulağını derenin sesine dayamışlar tebessüm etti. Duru b/akışları özleyenler bayram etti. Birden oldu olanlar. Sağanak bastırdı. Dere, yatağını geri aldı. Kendi itibarı üzerine kurulan karton kuleleri yıktı. İtibarını yatağına kurulu evlerden alan dere nerede görülmüştü ki! Devirdi duvarları, silip süpürdü molozları. Kıyıya attı fazlalıkları. Dere dediğin böyle kararlı akardı. Hep böyle. Haklıydı dereler ve vazgeçmezlerdi akışlarından. Her dere yatağı işgalcisinin akıbeti böyle olacaktı.

Şimdi, bir deremiz var. Akar hâlâ. Duru, dupduru. İnce bir sancı gibi kıvranır aklın kıvrımlarında. Kaynağından geldiği gibi duru. El değmemiş. Severiz hâlâ. Kâğıttan gemilerimizi yüzdürürüz yine. Ümitlerimizin nabzını besler dere. Serinlik kokar. Vahyin denizine akar ince ince. Kaynağı göklü Söz. Minnetsiz. Güç ve iktidar hesabıyla bulanmış değil asla. Berrak ve köpüklü. Kendi halinde, sessiz. Çağıltısıyla hayat sunuyor hâlâ. Herkesin ayağını rahatlıkla uzatabileceği kadar şeffaf. Hesapsız. Engelsiz.

Gecekondu saltanatı bitti, bitiyor. Üzülerek izliyoruz. İçten içe seviniyoruz. Eğiliyoruz şimdi bu mahcup sevinçle. Susamışız şunca yıl. Susmuşuz bir o kadar. Suda aksimizi seyrediyoruz. Yüzlerimizi yıkamaya niyetleniyoruz. Temizliyoruz Sözlerimizi bulanık işgallerden.

Diyeceğim o ki, Hak'lıdır dereler. Geri alır yatağını hoyrat ellerden. İçimizde bir dere çağıldayışıdır dava. Müstağni. Sivil. İktidar bulaşığı yok ellerinde. Cebinden gizli ajanda düştüğü vaki değil.

  23.01.2014

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut