Çıplak olan sadece kral mı?

Nuriye Çakmak

KENDİNİ BİLDİ bile ‘yoksulluk edebiyatı’ndan kendini korumaya çalışan, ‘Allah zenginliği istediğine verir’ sözünün de etkisiyle, Allah'ın mal ile imtihan etmeyi murad ettiği kardeşlerine hüsnü zannını korumaya gayret eden ve servet düşmanlığı kokan cümlelerin altında servet düşkünlüğü yattığına yürekten inanan bir insan olarak isyanımdır.

17 yaşımdan beri sivil toplum kuruluşları içerisinde aktif yer alıyorum. Mülteci kampları dahil olmak üzere şehrin en ücra yerlerinde ‘bir edebiyat çeşidi’ olamayacak gerçek fakirliğin türlü çeşidine yakinen şahit oldum. Diğer yandan tanış olduğum ya da bir şekilde teşrik-i mesai ettiğimiz ultra zengin tabir edilen kişilerden oluşmuş bir skalam da oldu. Bu zamana dek ikisini gayet iyi idare edebildiğimi düşünüyorum. Soy isimleri marka olan insanların diğer insanlarla tanıştırılırken korkunç bir barkod uygulamasıyla isimlerinden önce markanın dile getirilmesi her zaman çok alçaltıcı gelmiştir bana. Bu insanlardan bilerek uzak dururum. Bu şekilde bir tanıştırmayla sürekli muhatap olanların nefis imtihanlarının seyri için kendilerine merhamet duyuyor, bir imtihan da ben olmayayım diye kendimi fazladan geri çekiyorum. İnsaniyetten gelen doğal yakınlaşma seyrine bir şekilde riya girecek diye kendini sıkmak yorucu. Ancak içlerinde çok yakın dost olduğum, ihlasından, tevazuundan gayet emin olduğum kişiler de var. Bu zamana dek koruduğum hüsnü zannımı da onlara borçluyum.

Ancak israfın boyutları iyi niyetleriminkini çoktan aşmış. Kişilerin koruduğu şahsi tevazu, ihlas ve bilumum manevi güzelliğin, zamanın çarkına girmeme ve çevreye uyum göstermeme konusunda yetmediğini görüyorum. Belki farkında bile olmadan bu seyrin yoluna su taşıdıklarını düşünüyorum. Trilyonluk villalar alıp, içine trilyonluk tadilat yapıp, Suriye için yardım yapmak artık çok da mantıklı gelmiyor bana. Anti kapitalist metinlerin benim için en zirvesi olan Üstad Said Nursi’nin İktisat Risalesinde geçen cümlesi çok daha sık geliyor aklıma; “Yüz aç adamın huzurunda, kemal-i lezzet ile fazla yenilmez.” Artık açlar yüz değil, bin değil, milyon. Ve birkaç tanesinin karnını doyurmak bize vicdanen yetmez ve yetmemeli. Yaşantımızda da bir şeyler değişmeli.

‘Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister, hasislik çirkin bir şükürsüzlüktür ve helal yoldan kazanıldıktan, zekati fazla fazla verildikten, Allah yolunda sarf edildikten ve en önemlisi kalbe sokmadıktan sonra neden bir sorun olsun ki.’ Evet, bu çok sorunlu bir düşünce olmayabilir. Ama bu masumiyeti koruyanlar artık çok azaldı ve ne yazık ki Müslümanların çoğu zenginliği kaldıramadı. Bunun şükrünü hiç iyi eda edemedi.. Paranız helal olabilir ama israf haramdır. İsraf edildikten sonra paranızın helal veya haram yoldan temin edilmiş olması sonucu değiştirmiyor.

‘Kral çıplak!’ diye bağırmak istiyorum gördüklerim, duyduklarım karşısında. Müslümanların hayırda değil israfta yarışmasından son derece rahatsızım. Birilerinin onları fena halde kandırdıklarını düşünüyorum. Lüks bir sitenin çarşısında 5 bin liraya satılan günlük bir etekten bahsediyordu arkadaşım. Butiğin sahibi ablamız kendisine has bir imza nakşediyormuş diktiği kıyafetlere. Ve o imzayı üzerinde taşıyan kıyafetlerin fiyatı da birçok insanın maaşının üzerinde oluyor. Aynı kumaşı Fatih Çarşamba pazarında 5-10 liraya bulurum, birkaç saat içinde dikerim, bu kadar basit bir model olamaz, diye de ekliyordu arkadaşım. Ama seninkinin üzerinde o büyülü imza yok dedim ben de ona. Andersen’in masalının içinde hissediyorum kendimi. Arkadaşım ve benim gibi tepki verenler, kralın o büyülü elbisesini göremeyen ahmaklar olarak addediliyoruz. O büyülü imza ile Çarşamba pazarını kıyaslayabilecek kadar hem de. ‘Saf kan İngiliz kumaşı’ndan, kraliyet terzisinin sadece sizin için diktiği, dünyada bir eşi olmayacak bir kıyafet giydiğinizi mi düşlüyorsunuz? Hem öyle olsa ne olur? Birileri sizi sadece zevk sahiplerinin, modadan anlayanların görebileceği kıyafetler diktiğine inandırıyor ve aynen kralı soyan sahtekarlar gibi tüm paranızı alıp gülüyorlar size. Harika bir iş çıkardık! Ama suçlu onlar değil, onların önünde sıraya giren sizlersiniz.

Bu insanlarla hizmet ve yardım hedefli ortamlarda, ilim meclislerinde görüşmek haricinde şahsi yakınlık kurmadığınızda fark edemediğiniz ayrıntılar bunlar. Hele de böyle ayrıntılar umurunuzda bile olmuyorsa, dikkat etmiyorsanız uyanmanız uzun sürüyor. Oysa biraz içlerine girdiğinizde korkunç bir yarış içinde buluyorsunuz kendinizi. Küçük bir örnek, sadece bir davette giyilmek üzere diktirilen bir elbisenin fiyatı 10 bin liradan başlıyor ve aynı kıyafet herkes tarafından görüldüğü düşüncesiyle ikinci kez giyilmeyerek gardırobun dipsiz köşelerine bırakılıyormuş. Beylerin, gençlerin, çocukların da kendilerine özgü israf tarzlarını ekleyince akıl almaz bir manzara çıkıyor karşımıza. Bir açıklama istercesine konuştuğunuzda aldığınız cevap, ‘Biz yardımımızı da yapıyoruz ama’ oluyor. Bunda kendilerinden yardım koparabilmek için sürekli zenginliği ve zenginleri öven, onlara yakınlığıyla övünen ve israf gibi konulara asla girmeyen ablaların, abilerin de payı var elbet.

Demek ki yardım ederken minnet ediyorlar. Allah'ın kendilerine verdiği emaneti asıl sahiplerine verdiklerini düşünmüyorlar. Ve bu hali israflarına perde ediyorlar. Yazık. Afrika’da, Filistin’de, Suriye’de, Arakan, Bangladeş, Afganistan gibi İslam ülkelerinde insanlar başını sokacak yer bulamazken, lüks evlerine sürekli tadilat yapan Müslümanların gürültüsü beynimi oyuyor. Geçtiğimiz kış Suriyeli bir çocuğun yalın ayak bir fotoğrafını görmüştüm. Karşımda duran ayakkabı kutularımı yakmak istemiştim. Ama yenilerini almaya devam ediyoruz. Birileri bizi ‘helal faiz’lerle, fetvalı kredilerle, Müslümanlar da güçlensin bahanesiyle daha da büyümek için her yolun mübah olduğu, rakiplerimizden farkımız olursa kaybedeceğimiz gibi bahanelerle sürekli dünyaya itiyor. Diğer yandan zekatını verdiysen, kurbanını da fazla fazla kesersen, bir de sadakanı verdin mi vebalin zerresinin kalmayacağı konusunda da ikna ediyor. Nefislerimiz de anında ikna oluyor.

Başta kendi nefsimizden başlayarak bu gidişe bir son vermeliyiz. Müslümanların sürekli ‘hizmetçi kadın’, ‘ölü yıkayıcı erkek’ diye aşağılandığı bir ortamdan çıkıp, maddi imkanlara kavuştuğumuzda bunun şükrünü eda edebilmek için diğerleriyle yarışmak mı olmalıydı ilk yapmamız gereken? Aylık giderleri birçok insanın maaşının onlarca katına denk düşen çocuklar yetiştiren ailelere sözüm, bu gençlerden ne siz, ne biz bir hayır göremeyeceğiz. Kendiniz belki geçmiş günleri hala hatırlıyor ve o nedenle zenginliğinizin sizi değiştirmediği düşünüyor olabilirsiniz. Ama çocuklarınız sizin gibi yetişmedi. Ve vurdumduymazlıkları, rahatlıkları, burnu havada tavırları, sahip olamama duygusunu hiç tatmamaları ve sınırsız harcamaları Müslüman toplumun geleceği açısından içimi parçalıyor. Gördüğüm, duyduğum örnekler artık çığırından çıkmış durumda.

Lütfen birileri artık yüksek sesle dillendirsin ki, kral çıplak evet, onları kandıran ve paralarına konanlar da öyle, onlara ne kadar güzel göründüklerini söyleyenler de öyle, ne yaparlarsa yapsınlar yeter ki bağışta bulunsunlar diye hakkı onlara söyleyemeyenler de öyle, başkaları ne der diye dertlenen, hep daha fazlası ile meşgul olanlar da öyle. Tüm bunlara razı olup, ses etmeyenler de öyle.. Bundan Allah'a sığınmalıyız. O’nun bu duruma razı olduğunu ve bu kadar israfın yanımıza kalacağını ve hesabın sadece helal ve haramdan olacağını hiç sanmıyorum. Ve açlıktan ölen bir çocuğun ahirette karşıma dikilme ihtimalinden ödüm kopuyor. Ben sana bir-iki kuruş yardım etmiştim diyerek kurtulabileceğimi de sanmıyorum. En basitinden israf ettiğimiz, burun kıvırdığımız yemekler aramızda bir gerginlik sebebi olacaktır korkarım.

  16.12.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut