Bildiğimiz ayetlerin infak eksenli okunuşu...

FATİHA

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM. Kendi adımıza değil, Allah'ın adıyla varız. O Rahman ve Rahim olduğu için var edilmeye lâyık görülmüşüz. Hamd Allah'a mahsustur, yalnız O'nadır minnetimiz; ki O Rabbidir âlemlerin. Rab olarak âlemleri bize hizmet edecek şekilde terbiye ettiği için müteşekkiriz. Rahman O; merhametinden bize varlığımızı hiç yoktan bahşetti. Rahim O; varlığımıza süreklilik bahşetti. Herkesin herkese borçlu olduğu, herkesin varlığını borç aldığı, her şeyin ödünç olarak var olduğu "borç günü"nün Mâliki O, herkese her şeyini her an borç veren O. Yalnız Sana kulluk ederiz. Hiçbir şeyi/kimseyi vazgeçilmez bilmeyiz. Yalnız Senden yardım isteriz. Hiçbir şeyi/hiç kimseyi Senin yardımının yerine koymayız. Bizi doğru yola hidayet eyle. Üzerlerine nimet indirdi[ğini bilen]lerinin yoluna. [Servetleri yüzünden isyan ettikleri için servetleri de kendileri de gazaba uğramışların ve [çoğaltma hırsıyla oyalanan, çoğunu daha da çok yapmak için çırpınan] sapıkların yoluna değil.

Bakara

Elif Lâm Mim. Onlar ki gayba iman ederler, gördüklerinin dışında olan Bizim tarafımızdan göründüklerini görerek yaşarlar; namazlarını ikame ederler, canla başla Bizim emrimize itaat ederler, itaatlerini namazla ete kemiğe bürürler, unutup terk ettikleri, ihmal edip kenara koydukları kulluklarını namazla ayağa kaldırıp dik tutarlar ve onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler, onlara Bizim verdiğimizi bilirler, Bizim verdiğimizden verirler, Bizim ver dediğimize verirler, Bizim ver dememizle vererek rızıklarının Bizden olduğunu teslim ederler, Bize verirler. Gerçek şu ki, [Allah'ın kendilerine verdiğini inkâr edenleri [vermeleri için] uyarsan da uyarmasan da fark etmez; [bir daha vereceği konusunda] Allah'a güvenmezler. Allah onların kalplerini ve işitmesini mühürlemiştir [yalnız kendilerini düşünürler, başkalarının ihtiyaçlarına sağırdırlar]. Gözleri üzerinde de bir tür perde vardır [muhtaçları görmezler]. Ve onlar için [orada da burada da] büyük bir azap vardır [hiç doymazlar]. Onların durumu, [karanlıkta] bir ateş yakan kimsenin durumu gibidir.

Verenin Allah olduğunu unuttuğu o yoksunluk karanlığı içinde kalbini ısıtan bir serveti ucundan yakalayan kimse gibidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah hemen onların aydınlığını giderir. Ele geçirdikleri servet tam da sevindirmişken onları, gözleri daha fazlasına acıktığı için Allah birden sevinçlerini kalplerinden alıverir ve onları [doyumsuzluklar] içinde bırakır; artık [ellerindekinden de hayır] görmezler. 177. Gerçek erdem yüzlerinizi doğuya ya da batıya döndürmeniz değildir. [Allah'a inancınız ve güveniniz, yüzünüzü kıbleye çevirip çevirmemenizle sınanıyor değil. Kıble, kendini önceliklerinizi geriye atıp Rabbinizin öncelediklerini öncelemenizdir. Kıble, bencilliğinizden yüz çevirip sırf Allah'ın teveccühüyle yetinmenizdir.

Gerçek erdem, kişinin (...) sevgi duyduğu malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve özgürlüğü ellerinden alınanlara vermesi, namazı istikametle kılması, zekâtı gönlünden gelerek vermesidir. Gerçek erdem, size [doğudan doğan güneş gibi] eklenenler ve verilenler yüzünden kibirlenmemeniz, [batıdan batan güneşi gibi] sizden eksilenler ve istenenler yüzünden korkup mahzun olmamanızdır. Size doğudan yükselen güneş gibi sevimli gelen ama batmaya meyilli [mâil] maldan meylinizi çekerek, yakınlar, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar, isteyenler ve özgürlüğü ellerinden alınanların hatırına malınızı [batıdan batan güneş gibi] gönüllüce eksiltmenizdir. Böylece elinizden eksilen bedeninizi namazla elinizde tutar, gönlünüzden zekât vererek, kendinizi bencillikten temizlersiniz.

197. Ne iyilik yaparsanız Allah bilir. Öyleyse azık hazırlayın. Hiç kuşkusuz yol azığının en hayırlısı takvadır. İyilik ederek kendinizden eksilttiğiniz, burada kalmaya niyetli bir hancı değil yolcu olmanızın gereğidir. Hancı olan biriktirir, yükünü ağırlaştırır. Yolcu olan yolun hakkını verir, yükünü hafif tutar. Eldekileri çoğaltmamak, yanındakileri artırmak için çabalamamak yolcunun azığıdır. Yol azığının en hayırlısı ise, onu yola çıkaranın yakınlığını kazanmak, ona yolu tarif edenin dediğince yapmak, ona yolda refakat edene güvenmek, onu yolun sonunda bekleyenin güvenini kazanmaktır. Yani, Allah'a göre yaşamaktır.

216. Hoşlanmadığınız [halde] bir şey[in sizden eksilmesi] sizin için hayırlı olabilir. Hoşlandığınız [halde] bir şey[in sizde kalması] sizin için şerli olabilir. Allah bilir [sizin için hayırlı ve şerli olanı], siz [hayır ve şerri Allah'tan daha iyi] bilmezsiniz. Allah sizin [kendiniz için hayırlı ve şerli olanı] bilmediğinizi bilir.

254. Siz, ey iman edenler, kendisinde pazarlığın, dostluğun ve kayırmanın olmayacağı gün gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. [İnandığınız Allah'a güveniyorsanız, bugünden pazarlığınızı kendi nefsinizle yapın, nefsinizin elinde nefsiniz hatırına bir şey tutmayın, nefsinizden alıp Allah'a verin, Allah'la dost olma hatırına dostluğunuzu muhtaçlara gösterin, malın mülkün dostluğunu Allah'ın dostluğunun yerine koymayın ve kayırmayı Allah'tan bekleyin. Nankörler zalimlerin ta kendileridir. Size hiç yoktan veren Allah'ı unutarak nankörlük ederseniz, pazarlıkta nefsinizi tutarsanız, dostlukta maldan yana olursanız, kayırmayı eşyadan umarsanız, her şeyin aslının göründüğü o gün geldiğinde, yaptığınızın zulüm olduğunu görecek, yerinde ettiğiniz gerçeğin karşılığını zulmet olarak bulacaksınız.

  04.07.2011

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut