Faaliyetlerimi askıya almayı denedim ama…

SAYIN DEVLET, faaliyetlerimi askıya alma teklifinizi düşünüyorum birkaç gündür. Nasıl etsem de sizi memnun etsem diye kafa patlatıyorum. Kalbinizi kırmamak, sizi üzmemek için elimden, dilimden, yüreğimden geleni yapmaya hazırım. (Mesela, yazma faaliyetimi iki günlüğüne askıya alayım dedim, beceremedim. Şimdi üçüncü gün ve yazıyorum, yazık ki.)

Tahmin ettiğiniz gibi, cemaatten tanıdıklarım, sevdiklerim var. Başka cemaatlerden de sevenlerim, sevdiklerim var. İtiraf ettiler, zaten gözlerimle de gördüm, sahiden de faaliyetleri var. Oradan oraya koşturuyorlar. Ben de arkalarından koşuyorum. Denk gelince yan yana koştuğumuz da oluyor.

Uyarınızdan sonra, kendimize yakından bakma fırsatımız oldu. Ne yazık ki, “otur oturduğun yerde!” emrine hiç alışık değil şu cemaatler. Al birini vur ötekine. Hepsi öyle. Uyumayı unutmuşlar… “Bana ne!” diyenini görmedim. “Aman sen de!”cileri aralarında barındırmıyorlar. Devletin erişemediği işlere omuz atıyorlar. Büyükelçiliklerin elçilik edemediği ezilmişlerin, terk edilmişlerin elinden tutuyorlar. Ne işin var Malavi’de, ne arıyorsun Filipinler’de diyeceğim ama… Dinleyen kim?

Hazır ettikleri çorbalara tuz attırıyorlar bana da… Geç kaldığım her yere her cemaatten gönüllünün benden önce gittiğini görüyorum. Seviniyorum da, utanıyorum da.

Gördüğünüz gibi, sayın devlet, biz “faaliyet” içindeyiz. Bakın yine konuşuyoruz. Bizde faaliyet denizde kum... Say, say bitmez.

Ancak bir tek eksiğimiz varmış ki, sayenizde fark ettik. Her köşeyi aradık, özel okullarımızın tavan aralarına göz attık, vakıf ve dernek binalarımızın altını üstüne getirdik; bir türlü sizin tavsiye ettiğiniz o askıyı bulamadık. Bir bulsak, askıya alma işini düşüneceğiz.

Bizim pek askıdan yana nasibimiz yok. Size askı, bize de aşkı nasip etmiş Allah; ne diyelim!.

En son bir urgan görmüştüm elinizde. Ümidimiz o ki, elinizde bu “urgan” bolluğu varken, bize de bir “askı” borç verirsiniz.

Askınız sizde kalsın. Çünkü devlet dediğine askı yakışır. Hatırlıyorum da… Benim bildiğim devlet, mesela askısıyla çocukları her sabah hizaya sokar, çocukça haylazlıkları askıya alır. Asker gibi “rahhaaattt-hazrooooool!”lara çeker sabileri. “Nasıl böyle bir şey olur!” derse birileri aşkından, siz derhal bu talebi de bölücülük diye askıya alırsınız hemen.

Bizim aşkımız, çocuk cıvıltılarına tutkundur, çocukça kıpırtılara vurgundur. Çocukluğun berrak sevinçlerini, renkli hülyalarını ağırlarız rüyalarımızda. Onları hizaya sokmaya değil, onların hatırına kendimizi hizaya sokmaya çabalarız. Başka türlüsünü bilmeyiz, cahiliz.

Sizin askınız, bir insanın kendisini kendince ifade etmesini de askıya alabilir. Anası hangi dilde konuşursa konuşsun, babası ne düşünürsen düşünsün, “Türküm…” dedirtirsiniz her çocuğa… Hevese, arzuya, gönüllülüğe, isteğe, iradeye, özleme bırakmaz askınız “Türküm…” demeyi… Gönlünce “Türküm” demeyi çok görürsünüz Türk çocuklarına bile. Gönlünce Türküm demeye izin vermeyince, gönlünce “Kürdüm” demeyi elbette ki askıya alacaksınız.

Siz kalbinizi askıya alabilirsiniz sayın devlet, çünkü mayınla döşenmiş, kalın kırmızıçizgilerle belirlenmiş sınırlarınız var sizin. Kolay mı? Devletsiniz. Yüreğiniz Nusaybin’e kadar yeter. Yolda Kürtlerle Araplarla Süryanilerle karşılaşınca Nusaybin’e kadar bile yetmez. Merhametiniz Şırnak’tan öte geçmez, şefkatiniz sınır ötesine taşmaz. Sınır ötesine silah doğrultanlardan bomba indirenlerden yana rey kullanırsınız.

Bizim aşkımız var ne yazık ki, sayın devlet. Kalbimizle yola çıkmışız bir kere. Bağdat’taki yetime de ağlarız, Gazze’deki bebeğe de el uzatırız, Kürt kızı Ceylanların hakkını da ararız, Türk delikanlı Oğuz Alp’in de ümitlerini de çoğaltırız. Sınır bilmeyiz; dedim ya cahiliz.

Sizin askınız Ermeni Hırant’ların vicdanını görmeyebilir, bu vatanı sizin kadar sevdiğine sizi inandırmayabilir. Sırf Ermeni diye, sırf Rum diye, sırf Hıristiyan diye insanların varlığının tehdit edilmesini dert edinmeyebilirsiniz.

Bizim ise aşkımız var; Peygamber şefkatinden taşıp da gelmiş. Âlemlere Rahmet Peygamber’den öğrendik ki bizim gibi düşünmese de bizim gibi inanmasa da bizim gibi giyinmese de bizim dilimizi konuşmasa da herkes ve her şeyin varlığından ötürü sadece minnet duyarız Yaradan’a. Müslümanların Rabbine değil, âlemlerin Rabbine hamd ederiz. Herkesin ve her şeyin varlığını, her dilin ve rengin farklılığını bir ayet gibi dokunulmaz biliriz. Severiz. Başkasını bilmeyiz; cahiliz.

Siz hayatı da askıya alabilirsiniz. “Tek dil-tek devlet- tek tip insan” ezberine yaslanır ve insanca varlığın farklılıklarını yok sayar, tenlerin ve dillerin çeşitliliğini kırpmaya kalkabilirsiniz. “Tek tip” kuruntunuza halel gelmesin diye, on binlerce delikanlının dağda ya da ovada öldürülmesini, anaların yüreğine ateş düşmesini basit bir istatistik hesabına kurban edebilirsiniz. Siz de o askı varken, başkasının yerine kendinizi koymak zorunda değilsiniz.

Ama bizim aşkımız var be devlet; yeryüzünü sınırsız görüyoruz, insanların mutluluğunu askıya alamıyoruz. Devletin katı ve soğuk önceliklerinden öncelikli biliyoruz Allah’a ait topraklar üzerinde özgürce yaşamayı. Başımızda empati diye bir bela var; kurtulamıyoruz. Başkalarının da yerine koyuyoruz kendimizi. Başka türlü edemiyoruz.

Siz devletsiniz, gönülleri görmek zorunda değilsiniz. Asar kesersiniz, hizaya sokar, sınıflandırırsınız.

Bizim ise aşkımız var sayın devlet; gönüllüyüz biz. Aşkımız devlet sınırlarında dikenli tellere takılmaz. Kalbimiz Somali’de de çarpar, Samsun’da da… Sevdamıza sınır koymasını bilemedik, beceriksiziz.

Siz devletisiniz ya; insanların ağzındaki ana sütü kelimeleri de, cennet kokulu sesleri de askıya alabilirsiniz. Anadilinde konuşmayı çok görebilirsiniz analara. Berfin’in ya da Baran’ın anne sütü emer gibi yudumladığı Kürtçe sesleri ağzından çalmayı hak görürsünüz kendinize. Faraza Kürt olsaydınız ve bu ülkenin adı Kürdiye olsaydı, “resmi dil” dayatmasıyla benim kızıma da “kızım..” dememi, kızımın da bana “Babacığım…” demesini yasaklardınız. İlle de Kürtçe konuştururdunuz. Aşkınız yok, askınız var sadece; Türkleri sevdiğiniz de yalan…

Benim bildiğim devlet kategorize eder; fişler. Taraflara ayırır insanları. Cepheler açar sık sık. Türk’ü Kürt’ten ayrı sanır. Alevi’yi Sünni’den gayrı bilir. Askıya alır Sünni-Alevi aşkını. Kürt gelin istemez, Doğuluya kız verilmez türünden askılar vardır kafasında… İpin ucunu kaçırmaktan korkar oğlu başkasını severse....

Bizde aşk var be devlet, beceremiyoruz böyle şeyleri…

Biliyorum; şimdi bunları söyledim diye “Fethullahçı” diye fişlersin beni. Olsun! Senin kategorilerine sığmaz bizim sevdamız be devlet. Binlerce kardeşimin canını dişine takarak, kelle koltukta koşarak, sürgüne razı olarak yaptığı hizmetleri aşağılayanlara, yok sayanlara karşı Fethullahçıyım ben. Referandumda “hayır” propagandasıyla, bile isteye arkasında durduğun 12 Eylülcü, 28 Şubatçı darbecilere karşı da Erbakancıyım ben, başörtülüyüm ben. YAŞ’ın disiplinsiz saydığı subaylardanım, gericiyim, irtica düşkünüyüm.

Senin dert edinmemize şaştığın Gazze’ye canlarını götüren kahraman kardeşlerimin yanında İHH gönüllüsüyüm ben. Kalplerini kırdığın, haklarını yediğin, onurlarını incittiğin, milliyetçiliklerini ulusalcılığa değiştiğin delikanlı ülkücülerin yanındayım, onlar kadar ülkücüyüm ben. Sen Kemalistlerin ırkçı devletçiliğinin yanında dururken, ben Kürtlerin de Türklerin de sonsuz mutluluğu için ter döken, şefkat kahramanı Said Nursi’ye talebeyim; Nurcuyum ben. Duru dirençlerini, içten ubudiyetlerini beğenmediğin tarikatçilerdenim ben… İsmail Ağacıyım, Esad Coşancı’yım… Çarşaflıyım. Sakallıyım. Cübbeliyim. Liberalim. Solcuyum. Var mı bir diyeceğin?

Aşkım var benim, askım yok be devlet!

Ben nasibime düşene razıyım.

Ya sen?

  30.04.2011

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut