Hoşgörü ve empatik tuzaklar

Aytekin Akar

Bazen hayatımızın içinde inandıklarımızdan yorumlayarak ortaya çıkardığımız, kendi gerçeklerimize tamamen hapsolup farklı sözler sarf eden insanlara karşı eleştirinin dozunu kaçırdığımız, başta düşünceyi değil kişiyi hedef seçerek “zaten o, öyle birisidir” tarzında yaklaştığımız olabilmektedir. Belki kendi nefsimizi tatmin ederek, haklı olmanın zevkini tadıyor olabiliriz ama bu tavrımız savunduğumuz doğru bile olsa, karşımızdakini tamamen soğutabilmektedir.


ÇOCUKLUK YILLARIMDAN bir şarkının sözleri kalmış hafızamda: “Hoş gör sen affet gitsin aldırma”. Haksızlık yapanlara karşılık vermemek, en azından küsüp darılmamak ne kadar da zordur. Tartışma, kavga ve sürekli bir küslük hali haricinde belki de en hafif tepki, “sen kendi yoluna, ben kendi yoluma” diyerek bir daha karşılaşmamayı dilemektir. Neden bu duruma maruz kalındığını derinlemesine sorgulamadan önce, genellikle yapılan galiba haksızlık yapan kişiyle derhal irtibatı kesmek olur. Karşı taraf daha atik bir hamle ile köprüleri baştan atmış ise, bu durumda yolları tamamen ayırmak çok daha kolaydır.

Birisi bize bariz bir kötülük yapsa, moda deyimiyle empati yapmak, yani kendimizi onun yerine koymaya çalışmak, aslında riskli bir fiildir. O anda nefis ve şeytan beraberce kolları sıvamış, iş başındadır. Empati yolunda çok çeşitli tuzaklar bulunur. Bir yanda zamanında yapılan iyilikleri başa kakmak, “ben olsam asla yapmazdım” tarzında peşin bir enaniyet, kibir, gurur gibi engellerle tökezlemeler, diğer yanda da gıybet, dedikodu, suizan, hakir görme gibi günah tümseklerine çarpmalar… Oysa en başta “bu duruma düşülmesinde benim hata ve eksiklerim nelerdi?” ve “ben onun şartlarında olsam ne yapardım?” diye kafa yormak; affedici ve dua edici bir tavır alarak, evvela lisan-ı hal ile ona doğrusunu anlatmaya çalışma yoluna gitmek, pek te kolay değildir.

Zarar görmek, dünyalık somut bir menfaate doğrudan dokunulması veya sözlü eleştiri ve yıpratmalarla gelebilir. İmtihan dünyasında, her ne kadar sahipleniyor olsak bile aslında bize emanet edilmiş olan nimetlerden herhangi birinin zarar görmesine, kaybına sebep veya vesile olan insanlara karşı içimizde tepki oluşur. Bunun dışa vurumu ise, iç âlemimizde yaşadıklarımızla şekillenir. Esas olarak aynı ideallerle yola çıkılmasına rağmen, günlük olaylara aynı gözlükten bakamamak, taassuba kapılarak belli fikirlere saplanmak ve farklı düşüncelere kulak tıkamak, insanları birbirinden soğutarak düşmanlık duygularının doğmasına yol açabilir. Böyle durumlarda genellikle birbirinden sert eleştiriler, sorgulamalar, yargılamalar peşi sıra gelir.

İnsan, insanın aynasıdır. Başkasına bakarken, onun kendimizdeki yansımasını görürüz. Kendimize bakarken de o yansımanın, bizdeki yansımasını fark ederiz. Bizim fark edemeyeceğimiz kadar iç içe bir sonsuzluğa gidiş oluşur sanki. Ve bir yandan karşılıklı hareketlilik sürerken, her bir davranışta fark edebildiğimiz son görüntü bazen kendimizde kalır, bazen de karşımızdakinde. Değerlendirmeler, bu görüntüye saplanıp kalıverir.

İnsan insanı andırsa da, insan insana benzese de elbette hiçbir zaman tıpkısı olamaz. Aynı hamurdan yapılsak da, aynı hassalarla donatılsak da farklılıklar ibretli birer zenginliktir. Fertten topluma, kökteki aynılık gövdeden dallara yapraklara doğru farklılaşır. Esasta birliği fark edebilmek, asgari müştereklerin isabetli keşfi ile toplumsal ölçekte de engin bir hoşgörü ortamına vesile olabilir. Ortak yönler, “bir”ler vurgulandıkça, samimi “bir”lik, beraberlikler Hakkın rızasına köprü vazifesi yapar. Empati yaparken, bu benzerliklerin, aynılıkların sık sık hatıra getirilmesi farklılıkları, zıtlıkları geri plana itecektir. Çatışmalarda hoşgörü ibresinin ağır basmasına vesile olacaktır.

Bazen inandığımız, savunduğumuz bir düşünceye öyle bağlanmışızdır ki, buna uygun düşmeyen görüşlere kulaklarımız tıkalıdır. Farklı seslerle alakadar olacak vaktimiz, verecek dikkatimiz yoktur. Ancak, farklı bakışlara kulak tıkamamak adına da kendimizden taviz verdiğimiz olabilmektedir. Böyle durumlarda doğrusunu bulmak zordur. Ne zaman ilgili, dikkatli, hoşgörülü ve ne zaman malayani bulur, kaale almaz, dinlemeye değmez, zaman ayırmaz, hatta sakıncalı bulur halde olmak gerektiğini kestirebilmek aslında kolay iş değildir.

Empati yapmak adına, suçluya, günahkâra hak vermek insanı suça, günaha götürebilir. Sizi seven, sözlerinizi dikkatle dinleyen, yazdıklarınızı okuyan insan sayısı azımsanmayacak kadar çoksa ağzınızdan çıkanların tesiri de o derece geniş olabilir. Bazen affedici ve hoşgörülü olmak da büyük maharet ister. Niyetimiz güzel olsa bile, ağzımızdan öyle cümleler dökülebilir ki, o anda gerçekleri rencide ettiğimizin veya katlettiğimizin farkında bile olmayabiliriz. Hatta hile-i şer’iye yapıyor gibi hissedip, tek renkle yaklaşarak başka renklere bulaşmış halde dönebiliriz. Bu yüzdendir ki, ömründe dik durup, hak bildiği yolda eğilip bükülmeden yaşamış insanlara fazla rastlanmamaktadır. Tarihte derin bir hoşgörüye sahip olduğunu bildiğimiz ama iman ettiği bir gerçeğe ilişildiği zaman aslan kesilen, canını ortaya koyan büyük insanlara rastlanır.

Ağzına kadar dolu bir bardak suyu, susamış birine damlatmadan götürmeye çalıştığımızı düşünelim. Yolda suyu damla damla döküp tüketmek veya bir engele takılıp tamamen dökmek, suya da, bardağa da, bize de itimadın yok olmasına kadar üzücü ihtimaller akla gelebilir. Kendi nefsini, zaaflarını bilmek, suyu, susayanı, bardağı, ayağının takılabileceği tuzakları bilebilmek ve görebilmek; halis niyetle başlanan bu işi iyi neticelendirmek için akla gelebilecek hususlardır.

Şeytanın çirkin görüntü ve sokak ağzı yerine daha çok, aslı zararlı olan fikrin ve düşüncenin süsü, cazibesi, şirinliği, sanatı, sineması, edebiyatı gibi maharetli teçhizatlarıyla karşımıza çıkmasını beklemeliyiz. Herkesin insan olduğunu, şeytana ve nefsine uyabileceğini, başkalarını da uydurabileceğini unutmamak gerekir. İşleyeni değil başta suçu kınamak, sahibine öfke duymadan önce merhamet ile dua etmek, ibret alarak aynı durumdan sakınmak ve her zaman suçtan da, suçludan da Allah’a (c.c.) sığınmak gerektiğini hatırdan çıkarmamalıdır.

Bazen hayatımızın içinde inandıklarımızdan yorumlayarak ortaya çıkardığımız, kendi gerçeklerimize tamamen hapsolup farklı sözler sarf eden insanlara karşı eleştirinin dozunu kaçırdığımız, başta düşünceyi değil kişiyi hedef seçerek “zaten o, öyle birisidir” tarzında yaklaştığımız olabilmektedir. Belki kendi nefsimizi tatmin ederek, haklı olmanın zevkini tadıyor olabiliriz ama bu tavrımız savunduğumuz doğru bile olsa, karşımızdakini tamamen soğutabilmektedir.

Taassuba düşmeden, taviz verilemeyecek kırmızı çizgileri çok iyi belirlememiz, yaklaşımımız, tepki, eleştiri, hoşgörü tarzımızın yıkıcı olmaması bizim için dünyada çetin imtihanlardandır. Asıl maharet, “fiks menülerin” doğru ve yanlışlarla yan yana sunulduğu bu ahir zamanda, günahlara bulaşmadan nefsine pay çıkarabilen, kusurları örtebilen, öfke ile değil sabır ve anlayışla karşılık veren birisi olabilmektedir. Cenab-ı Hakkın merhametinin bizdeki yansıması, vereceğimiz karşılıklarda ölçü olmalıdır.

Velhasılı yaratılanı hoş görmenin en güzeli, Yaratandan ötürü hoş görebilmektir.

  05.02.2011

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut