KPSS aynasında adalet kırıntıları

Aytekin Akar*

BASINDA KPSS gibi insanın meslekî geleceğini ve nafakasını teminde önemli yeri olan bir imtihanın Eğitim Bilimleri kısmının iptaline giden süreci izledik. Soruların türlü teknolojik hilelerle, sıradan tabirle üçkağıtlarla imtihana girenlerden bazılarına önceden sızdırılmasını sağlayarak; binlerce, milyonlarca insanın geleceği açısından devletin adaletini boşa çıkaran organize bir şebekenin sahtekarlıklarını toplum olarak hayretler içinde kınadık. Soruları pazarlayarak maddi çıkar elde etmeyi amaçlayanlar, birçok emsalinin hakkına girenler ve ilgisi olup da bu zulme sessiz kalarak aynı suça ortak olanlar, velhasılı ucundan kıyısından bulaşan herkes iptal ile ortaya çıkan sonucun da arapsaçına dönmesinde rol oynamış oldular.

Gelin görün ki, bu aşamadan sonra galiba imtihanın iptal edilmesi de, edilmemesi de adaletin gerçek biçimde tecelli etmesine vesile olamıyor. Zira, imtihana aylarca hazırlananlar, hedefledikleri puanı alarak başarılı olanlar ve derecelere girenler açısından imtihanın iptali yeniden pek de haketmedikleri stresli bir çalışma maratonuna; maddi durum, çalışma ortamı, askerlik döneminin gelmesi gibi çalışma şartları değişenler için de yeniden planlarını öteleme, masraf, zaman ve konsantrasyon problemlerine maruz bırakılmak manasına geliyor.

İmtihan da olsa, birden fazla insanın herhangi bir muameleye tâbi tutulduğunda ilk akla gelen mefhum adalet olmaktadır. Adaletin tesis edilemediği bir ortamda hak, hukuktan, eşitlikten ve düzeni sağlamaktan bahsetmek mümkün olmayacaktır.

Kuralları koyan, işleten ve işlemediğinde ceza uygulayan bir otorite olarak devletin düzenlediği ve başvuracakları, kapsamı, süresi, yeri ve şartları belli, sadece soruların cevaplarının doğru ve yanlış olarak değerlendirilip sıralama yapılacağı, organizasyonu bu kadar basit bir imtihanın bile ne zorluklarla neticelendirildiğini farkedebiliyoruz. Soruların sızması halinde yaşanacaklar tasavvur edilemiyor. Elbette gönül ister ki, herkes eşit şartlarla imtihanlara tâbi tutulsun ve aralarındaki adalet zerrece zarar görmeden yalnızca hakedenler hakettikleri yerleri kazansın. Oysa değil soruların sızdırılması, bazen bir tek kişinin puanının yanlış hesaplanması veya bir kişinin kopye ile haketmediği tek bir doğru cevap işaretlemesi bile, binlerce kişinin sıralamasını etkileyecek ve ipi göğüsleyebilecek puanlar alabilecek pek çok kişinin de kılpayı kaybederek, çabalarının ve ümitlerinin zayii olması manasına gelecektir.

İmtihanla ilgili gelişmeleri okuyup izledikçe, her birimizin Yaratıcımız gözünde hatırı sayılır birer misafir olarak türlü nimetlerle ağırlandığı dünya misafirhanesini ve bu misafirhanede her nefesimizle birlikte sürdürdüğümüz imtihanımızı düşündüm. İçinde bulunduğumuz kainata bakınca, sonsuz rahmet ve merhamet sahibi Allah’ın el-Adl isminin tecellisi olarak, birbirinden farklı nitelikteki şeyler arasındaki uyum ve ölçünün akıllarımıza durgunluk verecek biçimde sağlandığını müşahade edebiliyoruz. Risalelerde Üstadın gören gözlere işaret ettiği üzere, balıklar ve meyve kurtları gibi hayat hakkı olan en zayıf ve en aptal hayvanlar bile, en kolay şekilde beslenebiliyor. Benzer tefekkür nazarı ile bakınca; doğduğu yer, ailesi, önlerine çıkan türlü fırsatlar, başlarına gelen musibetler, az veya çok gayretle ya da hasbelkader kazanılan imkanlar gibi unsurların da kendi cüz’î iradeleri ve çalışmaları ile sağlayabilecekleri yanında, insanların farklı farklı şartlara, hayat standartlarına sürüklenmesinde çok büyük yer tuttuğunu kolaylıkla gözleyebiliyoruz. Bu sebeple, çok zaman “Benim de şu imkanım olsaydı durumum farklı olurdu” türünden yorumlar yapıyoruz. Öyleyse, dünya hayatı için ilahi adaletin güçlülere daha çok haklar ve imkanlar verilerek veya tersine herkese eşit rızık ve imkanlar verilerek değil, imtihanın sırrınca, verilen her rızık ve imkana karşılık olarak yapılması istenenlerle tecelli edeceği ortaya çıkmaktadır.

Onuncu Söz’de, kainattaki sanat ve icraatlardaki adalet ve ölçülerden bahsedilerek, hakiki ve nihai adaletin tecellisi şöyle anlatılıyor:

“Hem, adalet ve mizan ile iş görüldüğüne bürhan mı (delil) istersin? Her şeye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, suret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adalet ve mizan ile iş görüldüğünü gösterir.

Hem, her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levazımatını, bekasının bütün cihazatını en münasip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adalet elini gösterir.

Hem, istidad lisaniyle, ihtiyac-ı fıtri lisaniyle, ıztırar (çaresizlik, ihtiyaç) lisaniyle sual edilen ve istenilen her şeye daimi cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.”

“...Zira hakiki adalet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükafat ve mücazat görsün. Madem, şu fani, geçici dünya, ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adalet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır; elbette, Adil olan o Zat-ı Celil-i Zülcemalin ve Hakim olan o Zat-ı Cemil-i Zülcelalin daimi bir cehennemi ve ebedi bir cenneti bulunacaktır.”

Asıl adaletin ahirette olduğuna, büyük bir mahkemenin kurulacağına ve Hakim-i Adil’in sonsuz adaletine iman ederek güvenen insan, sınanmak için başına gelecekler karşısında, dünyanın tüm yükünü yüklenmeyecek, gereksiz yere endişe ve meraklara saplanmayacaktır. Sadece kendine yöneltilene, başına gelene, kendisinden istenilene muhatap olup en doğru karşılığı vermeye gayret edecektir. Yokluğa karışan ve eleme dönüşen geçici lezzetleri de, daimi ve elemsiz lezzetlere değişmemeye çalışacaktır. Ayrıca, ilk ağızlardan ve en muteber kaynaklardan iletilen, en zayıfın bile en güçlüden hakkını alacağı uyarısı ve garantisi, insanın kendisinin de yaşarken adil olmaya çalışmasını sağlayacak ve dengeyi kaybederek belki haklı iken haksız davranışlara tevessül etmesine engel olacaktır. Zalimler için sonsuz bir azap yeri olan cehennemin var olduğunu bilmek, zulme uğrayanlar için eşi bulunmaz bir teselli olacaktır. Belki bu bakış açısı ile, dünyada haksızlıklara, büyük baskı ve zulüme maruz bırakılarak sürgünlere gönderilen ve zindanlara atılan Bediüzzaman, asla isyan etmemiş, küsmemiş, beddua etmemiş; adliyelerin adaletin tecelli adresleri olduğuna işaret etmiştir.

Bir imtihanın düzenlenişi, insanların hazırlanışı, soruların sızdırılması ve imtihanın iptali ile mağdur olanlar, üzülenler, sevinenler... Belki cezasını çekecek olanlar veya çekmeyecek olanlar, haksızlığa uğrayanlar, hakkını arayanlar, aramayanlar... İşte en yetkili dünyevi otoritenin gerçekleştirdiği bir imtihan aynasında, İlahi Adalet ile kıyas dahi kabul etmeyen adalet görüntüleri. Perde arkasında ise, imtihanın hem dünyevisi, hem de uhrevisi. İyi ki “büyük gün” var ve iyi ki cennet ve cehennem var. Sonsuz adaleti ile kainatı tüm sanat ve olayları ile dengede tutan Zat’tan, haklıya hakkını vermemesi, hakedene hakettiği ile muamele etmemesi, ödüllendirmemesi, cezalandırmaması düşünülebilir mi?

  01.10.2010

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut