Arşiv

Aslolan İstifazadır

ŞEYTANIN AYRINTIDA GİZLİ OLDUĞUNU sıklıkla duymuşuzdur. Lâkin meleğin de ayrıntıda gizli olduğunu bize fısıldayan pek yoktur. Oysa, nasıl ‘küçük’ görülen günahlar, ihmaller ve dikkatsizlikler büyük manevî felaketlerin önsözü olabiliyorsa; ‘küçük’ görülen noktalarda sergilenen dikkat ve himmet de, bizi büyük hakikatlere eriştirebilir.

İşte, ‘istifade’ ile ‘istifaza’ arasındaki nüans, Kur’ân’ın çok âyetlerinde geçen bir müjdenin hakikî yerini tayine imkân tanımasıyla, bunun bir örneğidir.

‘İstifade’de öne çıkan, maddî ve cismanî açıdan ‘faydalanma’dır. ‘İstifaza,’ yani ‘feyzlenme’ ise, manevî ve ruhanî boyutun öne çıktığı bir ‘faydalanma’yı ifade eder. Risale-i Nur’da verilen güzel bir örneğini hatırlarsak, padişahın sunduğu bir elmayı ‘elma’ olarak yiyen bir adam ondan lezzet alır. Ama aynı elmayı ‘padişahın sunduğu elma’ olarak eline alan, daha yemeden, diğer adamdan bin kat fazla lezzete ulaşıróçünkü, bu elma sultanın ona hususî iltifatının nişanesidir. İlk adam elmadan yalnız ‘istifade’ eder. İkincisi ise, ‘istifaza’ etmektedir. İlk adamın elmadan aldığı gıda dile, damağa, mideye, kılcal damarlar aracılığıyla kana.. derken, maddî vücuduna münhasırdır. Ama ikinci adam, üzerindeki sanatı, kudreti, ikramı ve ihsanı tefekkür ettiği aynı elmadan kalbi, ruhu, latifeleri, duyguları ve aklıyla da gıdalanır. Hatta, o elmayı hiç yemese bile, ondan bu manevî gıdaları gene de alır.

Ki, elmanın bize Ezel ve Ebed Sultanının ikramı olduğunu ve, O’nun izniyle, bir elma için bütün bir kâinatın vazifeye koştuğunu düşünürsek, elmadan yalnız maddî vücudumuz cihetiyle gıdalanmak, yani yalnızca ‘istifade’ etmek insanî açıdan müthiş bir alçalıştır. Çünkü, bir elmadan bu derecede bir istifadeyi, insandaki donanımlara sahip olmayan bir hayvan, meselâ inek de etmektedir. O da elmayı lezzet alarak yer. Onun da midesi elma ile doyar. Midede ayrışan elmanın içindeki maddeler onun kılcal damarları aracılığıyla da kana karışır. Üstelik, inek, en nihayeti kanına karışan bu elmadan aldığı gıda ile, emziren anneler hariç, insanın yapmadığını da yapıp süt verir. Hülâsa, nimetlerden yalnızca ‘beden’ itibarıyla bir faydalanma insanı insan kılmaz. İnsanın gerçekten ‘insan’ olabilmesi için ‘istifade’den ‘istifaza’ya geçebilmesi; bir nimetten yalnızca maddî açıdan gıdalanmanın ötesinde, ‘istifaza’ da edebilmesi icab etmektedir.

Açıkça, insana düşen, istifade değil, istifazadır. Kendisine hayat ve ruh verilen her canlı ‘istifade’ eder, çalışma biçimi itibarıyla bir hayvanın bedeninden çok farklı olmayan bedenimiz de aynı istifadeyi sağlar; ama ‘istifaza’ ancak akıl, kalb ve şuur verilenlerin kârıdır. Hem, istifade için, ilgili şeye muhakkak sahip olup bedenen tatmak gerekir; ama istifaza için bilfiil sahip olmaya bile gerek yoktur. Elma örneğine bir kez daha dönersek, ‘istifade’ ehli ancak elmayı midesine indirmekle gıdalanır; ama ‘istifaza’ ehlinin feyiz ve gıda alması için, ‘padişahın ikram ettiği bir elma’yı görmesi, hatta varlığını bilmesi dahi yeterlidir.

Hayatlarımıza bu iki kavram arasındaki nüansın penceresinden baktığımızda, nefsimizin bizi ciddi şekilde ‘istifaza’dan alıp ‘istifade’ye sürüklediğini görmenin mümkün olacağını sanıyorum. Bugün, óher çağda olduğu gibióehl-i dünya ‘tek-dünyalı’ olarak, eli mahkum, dünyaya saldırırken, ehl-i dinin ‘mutlu bir hayat’ projelerinde yer alan unsurlar da ehl-i dünyanınkinden hemen hemen farksızdır. Meselâ, şöyle deniz kenarında bir köşk, en azından bir kat olsa, arada bir yatla denize açılınsa, bahçedeki garajda son model bir araba bulunsa, gardrobumuz başka başka elbiselerle dolup taşsa, hem çeşit çeşit yemekler ve meyvelerle dolu bir sofraya oturulsa, pek de fena olmayacaktır hani!

Oysa, bu ortak ‘hayal’in ana vurgusu eşyanın ‘madde’si üzerindedir; anlamı üzerinde değil. İstifaza değil, istifade asıl olduğu için, bizatihî bu şeylere sahip olunca mutluluğa ulaşacağımız düşünülmektedir.

Sözler müellifinin öşklerin, bağların ve bahçelerin arasından geçerken talebelerine "Ben bu yerlerden, sahiplerinden daha fazla istifade ediyorum" diyor olması, bu ‘istifaza’ bağlamında ne derece manidardır!

Durup düşünelim: Hangimiz, meselâ bir köşkün yanından geçerken, bu köşke sahip olmayı, yani ‘istifade’yi düşünmek yerine şu ‘istifaza’ halini kuşanıyoruz: "Kaç kuluna köşk nasip eden, ihsanı ve ikramının genişliğine şu köşkün şahit olduğu bir Rab, bana daóisterse bu dünyada, isterse ebedî hayattaónice köşkler nasip edebilir. Öyle sonsuz bir kudret ve ihsan sahibi bir Rabbim var ki, elhamdülillah."

Hangimiz, bu şekilde, bizatihî o köşkte oturmadan, ‘istifaza’ sûretinde, o köşkün sahibinden bin kat fazla istifadeyi ne ölçüde başarıyoruz?

Rabbimizin şu dünyadaki nimetlerine mukabil düz bir ‘istifade’nin ötesinde ‘istifaza içinde bir istifade’yi hakkıyla başaramıyor açıkçası. Dahası, ne yazık ki, cenneti dahi yalnız ‘istifade’ cihetiyle düşlüyoruz. Oysa, cennetin tarif edildiği âyetlerde, Rabbimiz oraya ‘müttakî’lerin gireceğini söylerken, onların durumunu tarif için ‘istifade’dan değil, ‘istifaza’dan söz ediyor. Bu istifaza sırrını kavramamın anahtarı olan Nebe sûresindeki inne lil muttekîne mefâzen hadâika a’nâben//ARABİ İBARE//Nebe sûresi, 31. âyet, s. 582 ilâahir âyetlerinde sözkonusu olduğu gibi. Hem, yine Kur’ân, cennetlikler için defaatle "Ulâike humu’l-fâizûn" derken, yine bu ‘feyz’ ve ‘istifaza’ boyutuna dikkatleri çekiyor.

İlgili âyetler, bu açıdan, ehl-i cennet olmayı umuyorsak, daha şu dünyada bir ‘istifaza’ talimi yaşamamız; nimetlerden ‘istifade’ ile kalmayıp ‘istifaza’ düzeyine ulaşmamız lüzumuna da ihtar ve ihsas ediyor.

İşte bundan dolayı, iman talimi, hususan tefekkür ve tezekkür, iki dünyamız için de hayatî bir önem taşıyor.

‘İstifazasız istifade’lerin ucu ise, nimetten Mün’imi unutarakóyani istifaza etmedenóistifade edenlerin Mahşer günü sevkedileceği cehennem diyarına uzanıyor. Üstüne üstlük, bu dünyada dahi, daha lezzet anında ‘bu da bitecek’ elemini, ve lezzetin ‘madde’si biter bitmez ‘işte bitti; bir dahası meçhul’ hüznünü ve elemini ruhumuza taşıyarak...

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut