Vedud Dağının Eteklerinde

Mona İslam

VEDUD DAĞININ eteklerinde dolaşıyorum son yıllarda tekrar ve tekrar. Kaybettiğim bir şeyi bulmaya çalışır gibiyim. Kaybettiğini bulan, içinde eksik olanı tastamam dolduranı keşfeden insan “ânestu” der Arapça’da. Buldum. Musa ateşi gördüğünde böyle söylemişti Tur’un yamaçlarında. (Neml 7) Ânestu ünsiyetten gelir, bulduğunuz yabancı biri değildir, afakta da olsa o içinizden bir yitiktir. Onu alır ve bulmacanın bir parçası gibi yerine yerleştirisiniz. Tamamlanırsınız.

Bilgi ve sevginin, rahmet ve hikmetin, muhabbet ve adaletin, aşk ve vefanın, beden ve ruhun buluşması gibi, yer ve gök arasında ne varsa hepsini titretecek bir buluşma arıyorum. Neyi aradığımı biliyorum da, nasıl ve nerede bulacağımı bilmiyorum. Afakta olanı enfüste olana eşleştirmek, o kutlu ateşi bulmak, ardından “benim ben” diyen ünsiyetli sesi işitmek istiyorum. Bir ses duymak, bir söz duymak, dinlemek, dinlediğiyle dönüşmek, dinlediğiyle bitişmek diliyorum. Bir’i bulmak, Bir olmak, bütün olmak, kemal bulmak için buna muhtacım. Hatırıma ibn-i Arabi’nin “dölleyici kelam” kavramı geliyor. Kulak onu işitir, o kalbe ekilir, kalp sözle hamile kalır ve yeni bir ben doğurur.

Bir vakitler okulda bize pil yapmayı öğretmişlerdi. Bir eksi bir artı kutup bir de iyonlaşmış çözelti lazım. Çözelti ortamında dışarıdan müdahale edersiniz. Artı kutba gitmek isteyen eksileri eksiye, eksi kutba gitmek isteyen artıları da artı kutba yollarsınız. Zorla, cebrederek. Siz zorladıkça gerilim yani voltaj artar. Kıvılcımlar çıkmaya başlar. Bulundukları ortamda doğal yahut nefsani meyilleri engellerseniz yüksek bir enerji kaynağı elde edersiniz. Artık o yüksek enerjiyi nerede ne için kullanacağınız size kalmıştır. Bakıyorum da Allah da üzerimde tam da böyle bir iş yapıyor. Acaba biriken enerjiyi nereye kullanacak?

Tam bu sırada Meryem suresinin verimli bahçesinde bir ayetle karşılaşıyorum. Şöyle diyor Allah:

“İmanda sebat eden, o imanla uyumlu bir hayat yaşayan kimseler var ya: O sonsuz rahmet kaynağı onlar için tarifsiz bir sevgi var edecek. İşte sadece bu yüzden Biz onu senin(konuştuğun) dil aracılığıyla kolaylaştırdık ki, sorumluluk bilinci taşıyan kimseleri onunla müjdeleyip sorumsuzca savrulanları da uyarasın diye.” (Meryem 96-97)

Epeydir seddi aşıp çıkmak isteyen gözyaşlarımı koyveriyorum.

Allah sorumluluk duyduğumu da görüyor, savrulduğumu da. Hem müjdeliyor hem ikaz ediyor. Çünkü hem Rahman hem Vedud.

Şöyle diyor ayeti şerh eden şarih: Vahiy dinin illeti ve sebebi olan sevgiyi hubb, sonuç ve meyvesi olan sevgiyi vudd ile ifade eder. Yine hubb da vudd da hak edilmeden verilmeyen bir sevgiyi ifade eder. Ancak hubb muhatabın vasfına ve eylemine, vudd ise muhatabın cevherine tecelli eder. Bu açıdan ikincisi “müebbet muhabbet”i ifade eder. Bu nedenle Hz. Peygamber bizden “meveddet” istemiştir.

Hani şarkıda der ya “Seni sevmeye hüküm giydim”, müebbet muhabbet yani diğer deyişle meveddet böyle bir şey olmalı.

Zihnimde öyle çok kapı açıyor ki ayetler…

Demek biz de birini davranışları itibariyle sevdiğimizde muhabbet etmiş ama zâtı, özü cevheri itibariyle sevdiğimizde meveddet etmiş oluyoruz. Muhabbet zahire, meveddet batına yöneliyor. Bu yüzden davranışlar değişirse, muhabbet gidebiliyor. Muhkem kalamıyor, ancak meveddet öze müteallik olduğundan, davranışlar ne kadar değişirse değişsin, özü tahrip edecek şiddette olmazsa meveddeti ortadan kaldırmaya yetmiyor.

İnsan hata yaptığında yanlışlara düştüğünde kendisinden beklenmeyecek davranışlar gösterdiğinde üzerine tecelli eden muhabbette azalma olabilir, ancak özü itibariyle kötü, zalim, fasık, ve kafir olmadıkça cevheri tahrip olmadığından meveddet tecelliye devam eder.

Allah eşler arasındaki meveddet ve muhabbetin bir ayet olduğunu beyan buyuruyor Kitap’da. Demek eşler de birbirlerini davranış ve öz boyutuyla ikili bir sevgi ile seviyorlar. Bir tarafımız ne yaparsa yapsın, karşımızdaki insanı sevmeye devam ediyor. İşin bu yanı meveddete bakıyor. Bir tarafımız ise doğru davranış, incelik, nezaket, ahlak bekliyor ki sevsin ve sevmeye devam edebilsin. Bu da muhabbete bakıyor. Terminolojiyi aşk ve sevgi diye değiştirir, günlük dile dönüştürüsek, aşk meveddete sevgi muhabbete karşılık geliyor. Asırlar boyu dini metinlerde, sufi gelenekte ve edebiyatta böyle kullanılmışlar, böyle anlaşılmışlar. Bu yüzden sanılanın aksine aşk değil, sevgi karşılıksız verilemeyen bir şey olarak önümüzde beliriyor. Kelimeler kavramlar günlük kullanımda nasıl tepetaklak olmuşlar. Onları kaynağa götürüp yıkamak, temizlemek gerekiyor.

Biz de Allah’ı Zât-ı Şâhanesi itibariyle meveddetle yani aşkla, isimleri ve fiilleri itibariyle muhabbetle seviyoruz.

Yine bunun için insan tanımadan da aşık olabilir, zira öz, cevher kalp tarafından sezilir, bilinir, ancak davranışa dönük bir ilişki kurulmadan muhabbet edilemez.

“En yüksek makam bilgi, en yüksek hal ise sevgidir” der İbn-i Arabi.

Şüphesiz insanın zihni bilgi ile kalbi sevgi ile yol alır. İnsan bazen dengeyi muhafaza edemez de sağa sola savruluverir. Bu yüzden anlıyorum ki bizim için denge hali her ne kadar meşakkat içerse de dengede kalmayı becerebildiğimiz ölçüde bir enerji biriktiriyoruz. Ve artık bu enerjinin, yaratılacak benzersiz bir sevgiye karşılık geldiğini biliyorum. Dışarıya değil içeriye akıtılan her gözyaşı, sorumluluk duygusuyla damlatılan her ter damlası sonsuzla çarpılıyor ve ahiretteki muhabbet ve meveddet denizine akıyor.

Meveddet denizi engin bir deniz. Diplerde insanı bir derinlik sarhoşluğu sarıyor ki sormayın gitsin. Derinlerde mercanlar, balıklar, resifler öyle muhteşem ki insan oksijeni bitse de çıkmak istemiyor. Ancak bilgi insanı yaren gibi bırakmıyor ve “yukarı” diye işaret ediyor. Kafamı sallıyorum hızla yukarıya doğru davranıyorum. Bilgi yine yanıma geliyor, “yavaşla” diyor. “Yoksa vurgun yersin” “Aşktan yavaş yavaş çıkmak lazım.”

Gülümsüyorum, ben akılla kalbin arkadaşlığından daha iyi bir arkadaşlık bilmiyorum. Onlar Musa ve Harun gibi. Musa fazlaca uzaklaşırsa, Harun tebasını zapt edemiyor. Harun olmazsa Musa dölleyici kelama sahip olamıyor.

“Ânestu cevaben” diyebiliyorum Musa gibi, çünkü kalbimi mutmain eden cevabı buldum, yani Harun’umu. Ateşi tadil edecek suyu. Akla uyumla eşlik edebilecek duyguyu.

Eksi yahut artı kutuptan, celal veya cemalden, akıl veya nefisten üreyen ne kadar meyve varsa, küçük bir çocuğun gün gelip harcayacak diye kumbarasında biriktirdiği bozuk paralar gibi bir yer için hazırlanıp biriktiriliyor. Allah duygularımızı, arzularımızı, meyillerimizi sevdalarımızı bizim için saklıyor.

Ne güzel!




Not: Şerh Mustafa İslamoğlu mealinden alınmıştır.

  13.02.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut