Bir Usul Tartışması…

Mona İslam

ZAMAN ZAMAN yazdığım yazılarla ilgili eleştiriler alıyorum. Eleştirileri dikkate almak da hikmete dahildir biliyorum. Elimden geldiğince bunu yapma gayretindeyim. İnsan kimi zaman üstündeki lekeyi göremiyor, ve bunun için uyarılmak da hakikaten yardımcı olmaktan başka bir maksat taşımıyor. Uyarılar için emek veren ve yazan arkadaşlara teşekkür ediyorum.

Yalnız bazı şeylerde bakış açımı izah etme ihtiyacı duymaktayım.

Şüphe yok ki “Söz” hakikatte Kur’an’dır. Söz Sultanı O’dur. Mütekellim O’dur. Onun usulü ise iç içe daireler biçiminde hem avama hem havassa hitap eden, her okuyanın hissedar olacağı bir kelamı vaaz etmektir. Hassaten bir mü’min olarak da bir Arap olarak da bilirim ki, edebiyatın ve dilin kaynağı da Kur’an’dır. Tüm Arap dilbilimcileri, edipleri, şairleri, hatta Hristiyan Araplar bile bir dil şaheseri olarak onu tasdik ederler.

Ondan sonra Efendimizin(sav) kavilleri fesahatte en ağır pahayı ve değeri taşır. Kendisinin de buyurduğu gibi o en fasihimizdir. Az sözle çok mana anlatmak, manaya kat kat derinlik vermek, herkesin hissesine göre bir şeyler alabileceği bir söz ortaya koymak onun peygamberlik mucizelerinden biridir. Ondan sonra, onun ilimde de, sözde de, yaşantıda da takipçileri olan Allah dostlarını, Peygamber varislerinin kelam ve kavilleri gelir. Onlar da tabi oldukları Efendileri(sav) kadar âlem şumül olmasa da, kimi zaman bazı meşreplere, kimi zaman bazı zaman dilimlerine has bir dille her tabaka insanın istifadesine medar, câmî ve vâsî eserler vermişlerdir.

Elbette şurada bir buçuk yıldır yazı yazmaya çalışan acemi bir kalemden, benden bunu beklemek, küçük bir kızın kocaman bir dağı sırtına almasını beklemekten başka bir şey değildir…

Beklentilerimiz insaflı ve makul olsun lütfen…

Acizane, büyüklerin yazdıkları, yaşadıkları, aktardıkları hallerin okuyabildiğim ve anlayabildiğim binde birini, bazen ilmel yakin, bazen aynel yakin, bazen de bizzat yaşayarak hakkal yakin anlatma çabam bir duadan, bir sübut bulma, nimeti paylaşma çabasından ibarettir. Benim yapabileceğim sadece kendi düşünce serüvenimi, kendi dilimle dilimin döndüğünce, benim geçtiğim yerlerden geçen, yahut geçmiş olan insanlarla paylaşmaktır. Bu herkesi kapsayan umumi bir çaba değildir. Herkese hitap edebileceğim gibi bir iddiadan Allah’a sığınırım.

Bu yüzden anlattıklarım kimine ağır felsefi metinler gibi gelir, kimine de bir çocuk masalı gibi. Bu insanların benden dilce ve bilgice altta ve üstte olmaları anlamını taşır. Ama kesinlikle Allah’a yakınlıkta üstte ve altta olmaları anlamını taşımaz. Çünkü kurbet dıştan bir emareyle değil, ancak derûn-u kalple anlaşılabilir. Kimi de benim iştigal etmediğim bir alana vakıftır. Herkesin benim ilgilendiğim şeylerle ilgilenmesini de bekleyemem, bu açık…

Ele aldığım konular çoğu zaman benim tefekkür dünyamı zorlayan konular olduğundan, onları uzun anlatmam, tekrarlar yapmam mümkündür. Çünkü ben onları nefsime söylüyorum, ve bazen nefsim tekrar istiyor, pekiştirme istiyor, bir örnek daha talep ediyor. Elbette nefsi benim kadar serkeş olmayanlara bu fazla gelecektir. Onların benim yazdıklarımı okumak gibi bir sabra ve tahammüle zaten ihtiyaçları yoktur. Kendilerini rica ederim zorlamasınlar. Bıraksınlar okumasınlar. Bir kişi dahi ihtiyaç duyar ve benimle aynı derdi paylaşır ve yazdıklarımdan hakikate bir yol bulur, bir kapı aralarsa bu benim amacımın tahakkuk etmesi için kâfidir. Hatta bu dahi olmasa kendimi kaybetmiş addetmem. Zira ben kendi tefekkürümü, muhasebemi, hakikate şahitliğimi, sadece sözle değil, kalem ve kağıtla da, gayrın nazarına arz ederek de, ilan ederek de yapmış, meleklerden evvel kayda geçirmiş, sicilimi yazmış sayılırım. Yahut öyle olmasını umarım…

Bazen de kullandığım Arapça ibareler tenkit ediliyor. Buna Arapça Farsça ifadeler dahi diyemeyiz, zira ben ekseriyetle Arapça ifadeler kullanıyorum. Bu hem Üstadım’ın dil konusundaki hassasiyetine ve hatta sünnetine titizlikle riâyet etmem, Kur’an dilinden ve Kur’an kavramlarından ayrılmama gayretinde olmam, hem geleneksel tasavvuf terimleri kullanarak o geleneğe irtibatı devam ettirme çabam, hem de nesep ve kan olarak Arap olmamdan kaynaklanıyor. Bu bir taraftan alışkanlık, diğer taraftan da alışkanlığımı bozmak için bir neden göremememden tevellüd ediyor. Kanaatimce herkes bu anlamdaki eski Türkçe’ye riayetle yazsa, bir nesil sonra kavram ve kelime dünyası, varlık tasavvuru ne denli gelişmiş bir millet oluruz, kıyas ediniz.

Ayrıca benim bizzat kendi kulağıma da ifadelerin eski Türkçe kullanımları daha hoş geliyor. Hoşuma gideni yazdığım gerçeğini de inkar edemem…

Bu elbette okurdan da çaba isteyen bir süreç. Ben onbeş yaşında Risale okumaya başladığımda çok uzun süre çantamda her yere sözlük taşıdım, yazdım, karaladım, okuya okuya bilmediklerimi de öğrendim. Geçen yıl İbn-i Arabi okumaya başladığımda ilk edindiğim Suad El Hakim’in İbn-i Arabi kavramları sözlüğü idi. Hikmet ve hakikat onu gerçekten isteyene, uğrunda ter dökene, say edene verilir, o kadar ucuz ve kolay değildir, kolaylaştırılmamalıdır da. Bu bir bebeğe daima çatalla ezilmiş, blendırdan geçirilmiş mama vermeye benzer, o çocuk asla pütürlü şeyleri yemeğe alışamayacak, diş çıkarması zorlaşacak, yutma refleksi onu zorlayacaktır. Bir bebeğin anne memesinden süt emmesi bile ter içinde kalacağı çaba isteyen bir süreçtir.

Üstelik “Hakikate ulaşmada ilk engel, ilk perde kelime ve kavramlardır, yani dil engelidir. Doğru kelimeleri kullanmazsanız, hakikati kaçırırsınız, zira o bir ruhtur, doğru bedene, doğru kalıba gelir.” Dücane Cündioğlu’nun “Metafizik Soruşturmalar” dersinde öğrendiğim de bu fikrimi, bu uygulamamı, bu yazı tarzımı destekler mahiyettedir.

Herkesten senin yaptığını yapmasını bekleyemezsin diyenlere sözüm, benim yaptığımı yapacak olanlar için yazdığımdır. Şüphesiz benim küçücük su birikintimde yüzmek, Bediüzzaman’ın, İbn-i Arabi’nin okyanusunda yüzmek gibi değildir, çok daha az çaba ile kotarılabilecek bir iştir.

Kulluk sürecimizi bile Allah bizim bir adımımıza mukabil kendisinin on adım atacağı bir karşılıklılığa bağlamıştır. Yazanın ve okuyanın çabaları adımları, himmet ve gayretleri bir araya gelmelidir ki bir ortak kelimede, kavramda, tefekkürde buluşulabilsin. Bir hikmet, bir hakikat nuru parlayabilsin. Ateş yakmak için iki taşı birbirine sürtmek gerekir. Benim elimde sadece bir taş var, diğeri ise okuyanın elinde, onun çabası ve gayretinde olmalı…

  19.11.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut