Bu dünyadaki cennet: muhayyile

Mona İslam

BAŞKALARINI BİLMEM, ama ben hayallerin gerçek olduklarına inanırım. Zira insan, yoku var edemez. Ne ki hayal edilebilirdir; o vardır. Belki bu şehadet aleminin duvarları arasına sığmaz, belki gözle görülmez, elle dokunulamaz, ancak insana verilen en büyük nimetlerden biri olan muhayyilenin ürettikleri, öyle üstüne basıp, boş verip geçilebilecek şeyler değildir. Hayaller gerçektir ve üstelik bu dünyada bize armağan edilmiş cennetimizdirler. İnsanın çıplak, soğuk, keskin, köşeli, fırtınalı bu şehadet aleminden gizlenebildiği, sığınabildiği tek yer değil midir usulca fısıldayarak bizi çağıran hayaller alemi. Oraya hayal edebilme yetimiz olan muhayyile kapısından girilir. Hayal etmek ciddi bir iştir.

Hapiste olan bir masumu kanatlandırıp uzaklara, kahverengi dağlara yeşil yamaçlara, uçsuz bucaksız ovalara götüren bir kuş değil midir muhayyile? Bosna dağlarına tırmanıp yıldızlara dokunmanızı, zambaklarla söyleşmenizi mümkün kılmaz mı dersiniz? Bir aşığın maşukuna hasretinin biricik tesellisi de o değil midir? Yoksa siz hiç fakirler ziyafet sofralarına oturamaz mı sanırsınız? Sizi berzah adasına yolculuğa çıkaran ve babanızı kucaklatan da odur. Geçmişin bir tatlı tebessümünü bugüne getiren ve ondan hala lezzet akıttıran da muhayyile olmalıdır. Öyleyse muhayyilenin biçilebilir bir fiyatı olamaz.

Bütün kainat birbiri ile görünmez iplerle bağlı parçacıklardan mürekkeptir. Bir ipin ucuna hafifçe dokunduğunuzda uzaklardan bir çıngırak sesi duyarsınız. Martılar neşeyle pasifikte kanat çırparken, siz bir rüzgarla buğday başakları gibi salınırsınız. Sevda ile titreşen bir kalp melekler aleminin kapılarını tıkırdatır. Melekler kapıyı açar ve titreyen kalbe sırlar bırakırlar. Bu delillendirilemeyecek bir bilgidir. Delilsiz adım atmayanlar hemen buradan dönmelidirler. Bazen kalbe gelen bir ilhamdır, bazen bir rüya, bazen kulaktaki bir melodi, bazen bir rüzgar uğultusu. Ancak bir başkası için sır olan şey, geldiği kalp için yakini bir bilgidir. O kalbi aynı vasatta titreşmeyen birine anlatılamaz bile. Onun sözcükleri yoktur. Çünkü melekler sözcüklerle konuşmazlar. Onlara değil yalnızca insana mahsustur kelam sıfatı. Onların dili sessizlikte gizlidir. Dinlemesini bilenler ancak duyabilirler.

Bazen yaralarınızın şifası rüzgarla süzülen bir yaprak gibi usulca konuverir ayaklarınızın dibine. Asla farkında olamayacak kadar meşgul olmamalısınız. Derd-i maişet, meşguliyet, hız, ve gürültü, kaosun dilidir. Melekler armoninin diliyle konuşurlar, uyumun, intizamın, sessizliğin, güzelliğin, tevhidin. Duymak için kalbinizi akan küçük küçük dereciklerin bir nehirde birleşmesi gibi tevhid etmelisiniz. Ses ancak Fırat’tan çıkar. Kalbiniz de Fırat gibi olmalı. Tüm muhabbetler tevhid edilmeli ve tek bir yere tevcih edilmeli. O zaman sadece siz kainatın her tarafından gelen sesleri anlamlı bir bütünlükle duymazsınız, aynı zamanda melekler de sizin sesinizi büyük bir heybetle, bas bir sesle işitirler. Bu anlamda insan hem bir orkestra şefidir, tınıları birleştirir eder, düzenleyip okur, okutturur, anlamlandırır. Hem de Davud misali solisttir sesini aleme dinlettirir. Bütün bunların anahtarı ancak muhayyiledir.

Bazen bir şeyleri anlamak için uzak diyarlara gitmeniz gerekir. Dilini bilmediğiniz insanlarla oturup kahve içmeniz, yaşlı bir ninenin gözlerine bakıp ahu enini işitmeniz, bir dehlize, bir tünele girip hayatın nelere katlanılarak idame ettirildiğini görmeniz, eteklerinizi Süleyman’ın sarayındaki Belkıs gibi toplayıp Neretva’nın sularına ayaklarınızla değmeniz gerekir. Evet dersiniz “Buldum”. “Kim olduğumu, hayatın anlamını şimdi burada buldum.” Bir an aydınlanır kafanızın içi, her şeyi o çok kısa an için bilirsiniz. Geldiğiniz yeri gideceğiniz yeri amacınızı, görevinizi. Ne yazık ki, bu bir anlık bilmeyi çoğaltmak, yaymak mümkün değildir. Bu bir anda kalbe doğuşları yaymak ancak vahye matuftur, o da sona ermiştir. Zira muhayyile bilgiyi sadece bir lem’a kadar yansıtır. Yine de bu muarafede edinilen kazanım iledir ki insan hayatına şevkle, inançla, yeniden bilenerek devam eder.

Her şeyin birbiriyle alakalı olması bizi uzak diyarlarla akraba kılar. Kim demiş insan sadece kendisidir, ve insanın bittiği yer bedeninin bittiği yerdir diye? Dünyanın öbür ucunda sıkılan kurşun bizim etimize değer, yıkılan bir köprü bizim başımıza düşer, yetişen bir zambak bize gülümser, bir kiraz kızarıp olgunlaşırken bizi de olgunlaştırır. Biz kainattan gayrı bir şey değiliz. Hissettiğimiz her duygu yıldızlara çıkar. Biz yıldızlardaki melaike ve ruhanileri merak ededururken onlar bizi merak etmezler mi sanırsınız? Biz sevdiklerimizi özlerken, şüphesiz onlar da bizi özlerler. Biz bir dua salarken gökyüzüne, muhakkak bir dua da bizim için salınır. Biz cenneti beklerken, el hak cennet de bizi bekler. Biz Sevgili’yi severken O da bizi sever. Evrende hiçbir şey yoktur ki Hz. Davud’un Mezmurlar’ı gibi dağlarda aksi seda bulmasın. Yalnız insan bazen sesinin aksini, sevgisinin karşılığını yanlış yerde arar da dağlar gibi meleklerin sesine lebbeyk dediğini işitemez. Oysa seslendiğiniz Sevgili Allah ise size “Ud’uni esteciblekum”(Çağır beni cevap vereyim) denilir.

“Hayat anlaşılmaz bir mucizedir, boyuna harcanır, erir, buna rağmen yine dayanır, sürüp gider. Tıpkı Drina’nın üzerindeki taş köprü gibi.”* Muhayyilelerini gereği gibi işlettirebilenler bizi ötelere bağlayan bir taş köprü inşa ederler. O köprü hem var gibidir hem yok gibidir. Adımınızı ölüme atmaya istekli olursanız onu muhkem bir cesametle ayaklarınızın altına serilmiş bulursunuz. Zira muhayyilenin ellerini bağlayan bir şeydir ölüm korkusu.

Muhayyilelerindeki taş köprüyü inşa edenlerdir ki, bir daldan iki meyve yiyebilirler, burada ve orda olabilirler, kalplerinde kainatı taşıyabilirler, ötelerle konuşabilirler. Sevdiklerinden hiç ayrı kalmayanlar onlardır. Ölmeyenler onlardır. Meleklerin kanat seslerini işitenler onlardır. Masallara inananlar onlardır. Çocuklar gibidir onlar ve Hz.İsa’nın dediği gibi “Çocuklar gibi olamayanlar cennetin yolunu bulamazlar”. Cennete bu dünyada dahi muhayyile kapısından girilir. Neyi ki hayal edebilirsiniz, o gerçekten vardır. Bir yerlerde sizi beklemektedir. Zira “O her şeye kadirdir”. Ancak onlar, Kadir’i Külli Şey’in kulları, özgürlüğün tadına bakabilirler.

Taş köprü kalbimizin içinden geçer, taşlarını tek tek ellerimizle taşırız. Bize bir kanatlı at selam verir. Ağzında beyaz bir zambak vardır. Bir melek düşmanlarınıza karşı elinize bir gümüş kılıç tutuşturuverir. Siz her yerde olabilirsiniz. Masallar gerçektir. Ve düşleyebildiğiniz her şey sizindir. İnanmıyor musunuz? Siz kaybedersiniz.


*İvo Andriç / Drina Köprüsü.

  30.09.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut