Bir gün, bir olay...

Zehra Sarı

NE ZAMAN insan hayatıyla ilgili birşeylerden şikayet edecek gibi olsa... Ama vicdanı ona yanlış yaptığını fısıldasa ve kişi de vicdanının haklı olduğunu bilse, ama diğer sesten kulağını çekemese... Rabb-ı Rahîm, kişinin karşısına farklı farklı olaylar çıkartıyor. Âdeta “Dur, tekrar düşün ve hayatında şükretmen gereken ne kadar çok şey var gör” diyor.

Dün hastaneye gitmem gerekti; bir yakınımın bir işini halletmek için. Ve mâlûm, hastane denilince aklıma ilk gelen şey gerçek oldu. Çok bekledim. Küçücük birşey için o kadar bekletildim ki... Elimde gazetem, herkesin beklemek için oturdukları mekâna gittim, sandalyeye oturdum ve beklemeye başladım. Dışarıda, rahmetin her damlası insanların kaçışmalarına neden oluyordu ama yağmur damlalarının yer ile temasında çıkardığı ses. Çiçekleri, ağaçları sulayıp baharın renklerine renk katması, toprağın kokusunun havaya salınmasına vesile olması, insanlarda bir sükunete sebep oluyordu sanki. Dışarıdan içeriye geçişlerde bir koşturma vardı, ama şikayet yoktu çok şükür. “Yağsın, yağsın” dedi bir amca, “Susuz kalmayız bu yaz!”

Gazetemi açmıştım okumak için ama içimden, yoğun gündem olaylarını okumak hiç gelmedi. Dışarıdaki rahmeti ya da içerideki insanları izlemek istedim. Ve, rahmeti seyirden sonra, insanlara yoğunlaştı bakışlarım.

Derken, yanıma iki kadın oturdu. Biri sağıma, biri soluma. Tanımıyorlardı birbirlerini. Ve tabii ki beni. Kadınların ikisi de gençti, aynı yaşlarda gibi görünüyorlardı. İkisinin de oğlu vardı. Birininki ikibuçuk, diğerinin ki üç yaşında imiş. Konuştuklarında, ikisinin de aynı şikayetten dolayı orada oldukları anlaşıldı; küçük Musa’nın ve küçük Sami’nin boyunlarında şişkinlik vardı. Dikkatimi çeken, Musa’nın annesinin çok pozitif, çok neşeli olması, Sami’nin annesinin ise hayattan yorulmuş gibi gözükmesiydi. Asıl beni üzen ise; bunun çocuklara da yansımış gibi görünmesiydi. Musa koridorda koşuyor, herkese gülücükler atıyor, herkesi güldürmesini başarıyordu; hatta jandarmaların arasında gelen kelepçeli mahkumu bile güldürmüştü. Sami ise annesinin bacaklarına sarılmış, çıkmıyordu ve Sami hiç gülmüyordu.

Bir ara Musa, Sami’yi “gel oynayalım” dercesine kolundan çekti, ama Sami onu itti. Sami’nin annesi, “O oynamaz, o sevmez, o gelmez, o hep tek başına durur; evde de böyle bu çocuk” diye Musa’nın annesine ve bana anlattı. Sami için o an çok üzüldüm. Musa’nın annesi Sami’nin annesine “Öyle deme annesi, çocuk o daha, zamanla açılır, arkadaşlarıyla da oynar, koşar da, güler de” dediyse de nafile. Kadın, “Doğduğu günden beri bu çocuktan neler çekmedik ki. Bir gün ateşi çıkar, bir gün boynu şişer, bir gün öksürür. Doğdu doğalı bir günüm geçmedi rahat. Üç sene nasıl geçti bilemedim. Kendime ayıracak hiç vaktim yok” dedi.

Öyle üzüldüm ki o an. Musa’nın annesine baktım, birşeyler söyler diye. Benim söyleyeceklerimdense, kendisi gibi anne olup aynı sıkıntıdan dolayı orada olan birisinin söyleyecekleri daha çok etki eder diye düşündüm. Musa’nın annesi, “İnanın, Musa da farklı değildi” dedi. “Kaç geceyi acillerde geçirdik, eşimle bana sorun. Ve günlerdir çocuk da, ben de buralarda yorulduk. Ama yeter ki o iyi olsun, o şöyle gülsün. Onun bir gülüşü tüm bu yorgunlukları alıp götürüyor” dedi. Diğer kadın “Tabii öyle, öyle” dedi, böyle demesi gerektiğini düşünerek sanki!

“Acaba Sami’nin annesine ne söyleyebilirim?” diye düşündüm beklerken. “İkinci Söz”deki iki kişi aklıma geldi o an. Aynı sahneye bakan iki adam; ama farklı gören iki adam, Bu kadınları birden o iki adam gibi düşündüm. Aynı imtihan ama apayrı, birbirine tamamen zıt iki tepki… “Sami’nin annesine birşey söylemek uygun olur mu acaba, ne söylesem acaba?” diye düşünürken, Musa’nın annesini daha bir incelemeye başladım. Bisküvi veriyordu Musa’ya, tebessüm ederek. Sami’ye de uzattı bisküviden, ama Sami’nin annesi “O istemez, o bisküvi sevmez” dedi. O an Sami, bisküviye elini uzattı ve aldı. Musa’nın annesi gülümsedi, mahçup olan kadına “Çocuklar böyledir annesi” dedi. “Çoğu zaman şaşırtırlar insanı, hatta biz annelerini bile.” Sonra Musa bisküvisini yere attı, annesi kızmadı Musa’ya, bisküviyi aldı yerden; “Bak bu bisküvi, onu yere attığına çok üzüldü, bir daha atma onu, tamam mı?” dedi. Musa’nın “Tamam” demek olan başını sallamasının ardından, diğer bir bisküvi uzattı ona. Oturarak yemesini ve dökmemesini anlattı, ardından; “Onu döktüğünde, biri gelip ona basabilir ve bisküvi incinebilir” dedi.

İnanın, o bir saat içinde öyle şeyler söyledi ki Musa’ya. Anlıyor o zaman insan; bir annenin çocuğun hayatındaki yerinin ne kadar önemli olduğunu. Annenin ahlâkının çocuğa nasıl sirayet ettiğini… Annenin yaklaşımlarının çocuğu nasıl etkilediğini… Hakikati yaşama gayreti olan bir kişinin, çevresini ne kadar güzelleştirebildiğini… Ondan yansıyan ışığın çevresini de aydınlatabildiğini…

Sami’nin annesine üzüldüm. Ve daha çok Sami’ye... Kadının yaşı gençti, inşaallah önünde ailesi ile iyi yıllar yaşar. Hayata hakikatler nazarı ile bakmayı öğrenir. Başına gelen her bir hadisenin; bize isabet ettirilen her bir imtihanın sonsuz merhametli bir Zâtın katından gönderildiğini ve O’na yaklaşıldığında, O’na müracaat edildiğinde hafifleyeceğini ve geçeceğini inşaallah bilir. Rahmân’ın zikirhanesinde talim etmek için çocuğumuzun hastalığı ile, eşimizle, dostumuzla, ailemizdekilerle imtihan edildiğimizi idrak eder.

Peki bu dualarımı ona söyleyebildim mi? Ya da ona başka bir iki kelam edebildim mi?

Hayır!

Nedendir bilmem yapamadım! Sadece Sami için Allah’tan şifa istedim; madden ve manen şifa. Annesinin ruh halinin—modern tabirle, negatif enerjisinin—Sami’de makes bulmamasını istedim. Şu an Sami de o havanın etkisinde gibi; ama inşaallah Rabbim annesine de, ona da rahmet etsin.

Yazının ilk paragrafına dönersek eğer; insan, hayatıyla ilgili şikayetlerinde ölçülü olması gerektiğini anlıyor. Daha doğrusu şikayet etmemesi sadece bakışını ve duruşunu düzeltmesi gerektiğini... Kimden geldiğini bilerek doğru bir duruş sergilemesi gerektiğini hissediyor.

Allah korusun, Sami’nin annesi gibi olup; mutsuz, sorunlu, gülmeyen Sami’ler yetiştirebiliriz.


NOT 1: Üzülerek söylemem gerekir ki; gülümseyen Musa’yı çok sevip, onunla şakalaşıp, oynayan ben; Sami’ye sadece bir-iki defa gülümseyebildim. Annesinin ve Sami’nin hallerinden dolayı…

NOT 2: Maddi ve manevi eğitimli bir annenin; çocuğun eğitiminde oynadığı rolün—genelleştirmeyeceğim, tabii ki kötü örnekler vardır—büyüklüğünü anladım. Bu noktada, hatırıma bir arkadaşımın bir sözü geldi. Yeni evlendiğinde komşusu ona “Bu kadar yıl boşuna mı okudun, niye çalışmıyorsun da evde oturup çocuğuna bakıp, temizlikle falan uğraşıyorsun?” deyince, arkadaşım cevabının bir bölümünde komşusuna şöyle söylemiş: “İyi bir çocuk yetiştirmek ve mutlu-huzurlu bir yuvaya sahip olabilmek için birkaç üniversite daha bitirmem lazımdı belki de.”

İnşaallah bu nokta yanlış anlaşılmaz; üniversite bitirmekle iyi anne-eş vs. olunur aksi halde kötü... Bunun böyle olmadığının—hatta tersi olduğuna dair çok örnekler de mevcut—anlaşıldığını, vurgumun adresinin bulunduğunu ümit ediyorum. Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.

  10.04.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut