Anlaşamadık, öyleyse sen yoksun!

Ali Dedeoğlu

MODERN ZAMANLAR anlaşmak değil, anlaşamamak üzerine kurulmuş düzeniyle hepimizin hayatını kurguluyor. Anlaşmak için, ille de karşımızdakinin fikrini sorgusuz sualsiz kabul etmemiz vaaz ediliyor.

Fikri anlamda, kabul edilmenin diğer bir şartının da güçlü olmak olduğu düşünüldüğünde, çoğu zaman doğrular üzerinde ittifak etmek zorlaşıyor. Dolayısıyla doğru-yanlış denkleminde yanında yer almamız gerekenden çok, yarına güvenle bakmak için, ille de güçlü olanı tercih ediyoruz. Bunun dışındaki her tercih ya yalnız kalmayı ya da hesap vermeyi gerektiriyor.

Hepimiz “güçlü olalım da, sonuç ne olursa olsun” düşüncesiyle her türlü şeyi mubah görüyoruz. Doğru olan ama zayıflığıyla ademe mahkûm edilen bir sistem ya da insana yaklaşmak bu yüzden cesaret gerektiriyor.

Dünyanın sonunun olduğu fikri çoktandır bizi terkettiğinden olsa gerek, uyandığımız her günün sonunda ayakta kalmayı sağlayacak eğilmeleri hiç ızdırap yaşamadan gönüllü kabul ediyoruz.

Oysa Hz. İbrahim’in Yaratanı ararken sığındığı limanlar bize önemli dersler veriyor:

“Böylece Biz, kesin iman edenler olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, ‘Rabbim budur’ dedi. Yıldız batınca, ‘Batanları sevmem’ dedi. Ay’ı doğarken görünce, ‘Rabbim budur’ dedi. O da batınca, ‘Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum’ dedi. Güneşi doğarken görünce de, ‘Rabbim budur, zira daha büyük’ dedi. O da batınca, dedi ki: ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.’” (Bkz. Kur’ân, En’am sûresi)

Görüldüğü gibi, Hz. İbrahim zihnini meşgul eden soruları derinlere gömmek yerine, doğruyu bulmak adına arayışa çıkıyor ve Allah’ın izniyle doğruya ulaşıyor.

Biz ise, kendimize ait düşüncelerin doğruluğunu test etmekten korkuyoruz. Bu korkuyla düşünmek yerine, düşünülmüş, bize sunulmuş ve ille de güçlü olanı doğru kabul ediyoruz. Zihin dünyamızı bizden çok yaşadığımız çevrede temas ettiklerimiz oluşturuyor.

Temas ettiğimiz fikirlerin hangisinin doğru ya da yanlış olduğu kimi zaman önemli olmuyor. Devekuşu misali kuma gömülmüş iradelerimizle düşünmemeyi kutsallaştırıyoruz. Zamanla kutsallaştırdığımız doğruların gönüllü taşıyıcısı olarak yaşam serüvenimize devam ediyoruz. Zihnimiz biraz karışsa korkup hemen maslahat silahına sarılıp kendimizi rahatlatma yolunu tercih ediyoruz.

Kısılıp kaldığımız kapanlara o kadar alışıyoruz ki, bunları kaderimiz gibi algılayıp irademizle ruhumuza bir genişlik sağlayamıyoruz.

Kur’ân bizlere düşünmenin önemi vurgularken, olumsuz gibi görünen fikirlerin bile insanı olgunluğa eriştiren bir yönünün olduğunu vurguluyor.

Hz. İbrahim kendi iç âleminde imanın verdiği huzurla itmi’nana ulaşmak arzusundaydı. Bu yüzden Hz. İbrahim Allah’a “Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” diye yalvarmıştı. Allah" Sen inanmıyor musun?” diye sorunca, O “Evet, inanıyorum, fakat kalbim mutmain olsun istiyorum” şeklinde cevap vermişti.

Burada Hz. İbrahim'in Allah’a güveni olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır elbet. Hz. İbrahim ihyanın keyfiyeti hususunda geniş bilgiye sahip olmak istemiştir. Burada dirilticinin kim olduğu değil, diriltmenin mahiyeti sorulmaktadır.

Allah Hz. İbrahim’den dört kuş almasını, onları parçalayıp her birisini bir dağa koymasını ve dirilip dirilmediklerini anlamak için çağırmasını ister. Sonuçta Hz. İbrahim ölü kuşların dirildiğini kendi gözleriyle müşahede eder.

Yaşadığımız yapılarda soru sormanın zorluğu hepimizin malumu. İstenen, düşünmeden koşmak. Kazara anlayamadığımız bir olgunun hikmetini öğrenme konusundaki isteğimiz çoğu kez ‘ne yapacaksın, boşver’ süreciyle akim bırakılıyor. Bunun sonucunda ya bunalımlara sürükleniyoruz ya da düşünmenin olumsuzluğunu hâfızamıza kazıyoruz.

Mutluluğu elde etmenin en kısa yolu zihnî ve kalbî itmi’nandır. İtmi’nana ermek için bize dayatılanları olduğu gibi kabul etmek yerine, zihnimizde mihenge vurup yanlış gördüklerimizi tashih yoluna gitmektir. Tashih etmeyip körükörüne kabul ettiğimiz her fikir çığ gibi büyüyüp bizi tüketmeye başladığında yapılabilecek çok şey de kalmayabilir.

Ehl-i din kendisiyle yola çıkanları gelecek adına ümitsizliğe sevketmemek için maslahat zırhı yerine gerçekleri ifade edebilme büyüklüğünü göstermelidir. Sözüyle öze bir duruşla karakterini oluşturmuş mü’minlerin topluluğu dünyaya hak ettiği huzuru soluklatacaktır.

Haydi öyleyse; makinenin parçası olmak yerine şahsıyla var olmak isteyenlerin problemlerine kulak verecek yiğitliği göstermenin tam zamanı...

  03.03.2008

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut