Okumalar

Asıl Musibet

HİCRETİN 10. yılında, Veda Haccından ve Resûl-i Ekrem'in (a.s.m.) vefatından az zaman önce Medine'ye gelen heyetlerden birini, Benî Havlanların heyetidir. Yemen diyarını yurt edinmiş bu kabileden on kişi, imanlarını ikrar ve geride bıraktıkları kabileleri adına da bîat ettiklerinde, Resûl-i Ekrem, kabilelerinin putu olan Ammu Enes'i sorar. Onun durup durmadığını, insanların ona tapmaya devam edip etmediklerini öğrenmek ister.

Benî Havlan temsilcileri, "Allah, onun kötülüğünü, senin bize getirdiğin dinle değiştirip giderdi! Biz ona aldanmış, fitneye tutulmuş durmuştuk" cevabını verirler. Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem uğradıkları bu fitnelerin en büyüğünü sorduğunda, şu hadiseyi anlatırlar: "Gördüğümüz fitne, bir yıl kuraklığa uğramış, açlıktan çürümüş kemik ve eski urgan parçalarını yiyecek dereceye gelmiştik!

Gücümüzün yetebildiği şeyi toplayıp yüz öküz satın aldık! Bir sabah onları Ammu Enes için kurban olarak boğazlayıp yırtıcı hayvanlara bıraktık. Halbuki, bizim ona kurtlardan kuşlardan daha çok ihtiyacımız vardı!O sırada, bize yağmur geldi.Yerlerin otlandığını gördüğümüzde, söz sahibimiz: 'Ammu Enes bize ihsan etti' dedi."Mufassal bir siyer kitabından bu hadiseyi öğrendiğimde dünyama ilk gelen, Hz. Eyyûb'un kurtlar mahall-i iman olan kalb ve kalbin tercümanı olan dile ilişmeye başladığında yaptığı münacatın izahı bâbında Bediüzzaman'ın "İkinci Lem'a'da dikkat çektiği husus gelir. Burada, Eyyûb kıssasından hareketle, "Asıl musibet, dine gelen musibettir" hükmünü serdeder Bediüzzaman.

Nitekim, Ammu Enes adlı puta tapınma gibi bir musibete duçar olmuş Benî Havlanlar, bu put adına kurban kesildikten sonra kuraklığın sona erip yağmurun yağması ile, uğradıkları en büyük musibete, yaşadıkları en ciddi sınanmaya muhatap olmuşlardır. Gerçekten, gökten yağmuru indirenin Allah olduğunu, onun nereye ve ne zaman yağacağının da O'nun ilim ve kudreti dahilinde olduğunu; kâinatın her cüz'ünün her an O'nun havl ve kudreti ile tedbir ve idare olunduğunu bilebilecek tahkikî bir imana erişmedikten sonra, böylesi bir sınanma hengâmında yarım-yamalak imanların çözülüp gitmesi; dine gelen musibetin taklidî imanları silip süpürmesi ne kadar da kolaydır! Nitekim, Asr-ı Saadette de, Bedir'deki zaferin ardından gelen Uhud hezimetindeki çok hikmetlerin yanında, 'sağlam imanlılar' ile 'kalblerinde hastalık olanlar'ı ve de 'kalblerinde nifak taşıyanlar'ı ayırma hikmeti de mevcuttur. Rabb-ı Rahîm, Âl-i İmran sûresinde bunu açıkça bildirmektedir

Ve günümüze geldiğimizde, Allah korusun, Benî Havlanların yaşadığı musibete benzer bir sınanma yaşayacak olsak, görebildiğim kadarıyla bu bizler için de 'en büyük fitne' olacak gibi gözükmektedir. Vâkıa öyle ki, cepler ve mideler lâdinîlerin eliyle gerçekten doysa ve dolsa, lâdinîlerin eliyle can korkusundan emin olunsa; gözler bu sebeplerin ardında işgören Müsebbibü'l-Esbab'a teveccüh yerine, perdede takılıp kalacaktır. Genel gözlemlerim kadar, seçim sonuçları da bana bu yönde birşeyler ihsas ediyor.

Durumu böyle görünce de, insan, imanların taklidîlikten tahkikîliğe çıkarılmasının, yaşadığı diyarda muhatap olduğu insanlar açısından kendisine terettüp eden en büyük vazife olduğunu bir kez daha görmekte; bu vazifeyi atlayarak başkaca işlerle uğraşmadaki abesiyet de, bir kez daha tebeyyün etmektedir. Sözün kısası, Lâhikalardaki o meşhur bahsi hatırlarsak, iman noktasındaki vazife de, hizmet de bitmemiştir. Asıl musibete karşı asıl vazife, asla rücû edebilmektir.

  21.09.2001

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut